Ferîdüddîn-i Attâr – Mantıku’t-Tayr
“Ey Âlemlerin Rabbi! Acizim kanlara boğuldum, karada gemi yüzdürdüm. Feryadımı duy elimden tut… Daha ne kadar sinikler gibi ellerimi başıma götürüp bekleyeyim? Bilemedim, yanıldım, sen bağışla. Şu kan ağlayan yüreğime bak, bütün bu musibetlerden sen kurtar beni. Ey derdime derman olan Allah’ım! Kâfire küfür gerek, dindara din. Attar’ın gönlüne ise derdinden bir zerre. Şu kulağı halkalı kuluna bir zerre dert ver. Eğer senin derdin olmazsa canım ölür gider. Varlıktan bir sermayem yok, gölge içinde kaybolmuş bir zerreyim. Karanlıklar içinde kayboldum, bir nur yolla, kimsem yok benim, yardımcım sen ol” (Feridüddin Attar’ın Mantık-üt Tayr adlı eserindeki duası)
Feridüddin Attar, Nişabur’da 1120’da doğmuş ve muhtemelen
1194’da vefat etmiş ünlü bir şair ve mutasavvıftır. Hekim ve eczacı olmasından
dolayı Attar olarak anılmaktadır. Hz.Mevlâna, Şeyh Galip ve diğer mutasavvıflar
tarafından yüceltilen Attar, çoğu günümüze kadar ulaşan pek çok eser
bırakmıştır.
Mantıku’t-Tayr (Kuş Dili), Farsça yazdığı alegorik bir eserdir. Attar,
Kuşdili veya Kuşlar Meclisi olarak da bilinen bu mesnevî tarzı eserinde,
tasavvufun Vahdet-i Vücûd anlayışını anlatır.
Kitapta tasavvufun temel prensipleri, özellikleri, kavramları ve
inanç yapısı açıklanmıştır.
Hakikât’i arayanlar, yani Hakikât Yolunun Yolcuları kuşlarla
simgelenmiştir, Simurg, “Hakikat” olarak tanımlanır, Hüdhüd kuşu ‘’Mürşid’’i
temsil eder.
Simurg’a ulaşmanın yolu olarak saydığı vadiler tasavvufta sıklıkla kullanılan kavramlardır ve bireyin tasavvuftaki yolculuğunun çeşitli kademelerini, makamlarını belirlerler. Her vadi açıklanırken aslında o makamın özellikleri ve zorlukları açıklanır.
Kuş Dili isimli bu eserde anlatılan hikayeyi kısaca şöyle
aktarabiliriz:
“… Günlerden bir gün, dünyadaki bütün kuşlar bir araya gelirler. Toplanan
kuşların arasında hüthüt, kumru, dudu, keklik, bülbül, sülün, üveyk, şahin ve
diğerleri vardır. Amaçları, padişahsız hiç bir ülke olmadığı düşüncesiyle,
kendilerini yönetmek üzere bir padişah seçmektir.
Hüthüt söze başlar ve Hz.Süleyman’ın postacısı olduğunu belirttikten sonra;
kuşların Simurg adında bir padişahları olduğunu söyler. Ama, hiç bir kuşun
haberlerinin olmadığını, herkesin padişahının daima Simurg olduğunu belirtir.
Ancak, binlerce nur ve zulmet perdelerinin arkasında gizli olduğu için
bilinmediğini ve “onun bize bizden yakın, bizimse uzak” olduğumuzu
anlatır. Simurg’u arayıp bulmaları için kendilerine kılavuzluk edeceğini ilave
edince; kuşların hepsi de hüthütün peşine takılıp onu aramak için yollara
düşerler. Kuşların hepsi de Simurg’un sözü üzerine yola revan olurlar…
Ama, yol çok uzun ve menzil uzak olduğundan; kuşlar yorulup hastalanırlar.
Hepsi de, Simurg’u görmek istemelerine rağmen, hüthütün yanına varınca “kendilerince
geçerli çeşitli mazeretler söylemeye” başlarlar. Çünkü, kuşların
gönüllerinde yatan asıl hedefleri çok daha basit ve dünyevî’dir (!) Örnek
olarak, bülbülün isteği gül; dudu kuşunun arzuladığı abıhayat; tavuskuşunun
amacı cennet; kazın mazereti su; kekliğin aradığı mücevher; hümânın nefsi kibir
ve gurur; doğanın sevdası mevki ve iktidar; üveykin ihtirası deniz; puhu
kuşunun aradığı viranelerdeki define; kuyruksalanın mazereti zaafiyeti
dolayısıyla aradığı kuyudaki Yûsuf; bütün diğerlerinin de başka başka özür ve
bahanelerdir.
Bu mazeretleri dinleyen hüthüt, hepsine ayrı ayrı, doğru,
inandırıcı ve ikna edici cevaplar verir. Simurg’un olağanüstü özelliklerini ve
güzelliklerini anlatır.
Hüthüt söz alır ve şunları söyler. Söyledikleri, ayna ve gönül açısından
ilginçtir:
Simurg, apaçık meydanda olmasaydı hiç gölgesi olur muydu?
Simurg gizli olsaydı hiç âleme gölgesi vurur muydu?
Burada gölgesi görünen her şey, önce orada meydana çıkar görünür.
Simurg’u görecek gözün yoksa, gönlün ayna gibi aydın değil demektir.
Kimsede o güzelliği görecek göz yok; güzelliğinden sabrımız,
takatımız kalmadı.
Onun güzelliğiyle aşk oyununa girişmek mümkün değil.
O, yüce lûtfuyla bir ayna icad etti.
O ayna gönüldür; gönüle bak da, onun yüzünü gönülde gör!
Hüthütün bu söylediklerine ikna olan kuşlar, yine onun
rehberliğinde Simurg’u aramak için yola koyulurlar.
Ama, yol, yine uzun ve zahmetli, menzil uzaktır…
Yolda hastalanan veya bitkin düşen kuşlar çeşitli bahaneler, mazeretler ileri
sürerler. Bunların arasında, nefsanî arzular, servet istekleri, ayrıldığı
köşkünü özlemesi, geride bıraktığı sevgilisinin hasretine dayanamamak, ölüm
korkusu, ümitsizlik, şeriat korkusu, pislik endişesi, himmet, vefa, küskünlük,
kibir, ferahlık arzusu, kararsızlık, hediye götürmek dileği gibi hususlarla;
bir kuşun sorduğu “daha ne kadar yol gidileceği” sorusu vardır.
Hüthüt hepsine, bıkıp usanmadan tatminkâr cevaplar verir ve daha önlerinde
aşmaları gereken “yedi vadi” bulunduğunu söyler. Ancak, bu “yedi vadi”yi
aştıktan sonra Simurg’a ulaşabileceklerdir. Hüthütün söylediği, “yedi vadi”
şunlardır : Talep, Aşk, Marifet, İstiğna (ihtiyaçsızlık), Tevhid, Hayret, son
olarak da Fakr ve Fena’dır. Hüdhüd bu vadilerin her birini anlatır, daha sonra
etkilenen kuşlar yola koyulurlar.
Kuşlar gayrete gelip tekrar yola düşerler…
Ama, pek çoğu, ya yem isteği ile bir yerlere dalıp kaybolur, ya aç susuz can
verir, ya yollarda kaybolur, ya denizlerde boğulur, ya yüce dağların tepesinde
can verir, ya güneşten kavrulur, ya vahşi hayvanlara yem olur, ya ağır
hastalıklarla geride kalır, ya kendisini bir eğlenceye kaptırıp kafileden
ayrılır.
Bu sayılan engellerin hepsi de Hakikât yolundaki zulmet ve nur hicaplarıdır.
Bu hicaplardan sadece otuz kuş geçer.
Bütün vadileri aşarak menzil-i maksudlarına yorgun ve bitkin bir halde uzanan
bu kuşlar, rastladıkları kişiye kendilerine padişah yapmak için aradıkları
Simurg’u sorarlar.
Simurg tarafından bir görevli gelir…
Görevli, otuz kuşun ayrı ayrı hepsine birer yazı verip okumalarını ister.
Yazılarda, otuz kuşun yolculuk sırasında birer birer başlarına gelenler ve
bütün yaptıkları yazılıdır.
Bu sırada, Simurg tecelli eder…
Fakat, otuz kuş, tecelli edenin (!) bizzat kendileri olduğunu; yani, Simurg’un
mânâ bakımından otuz kuştan ibaret olduklarını görüp şaşırırlar.
Çünkü, kendilerini Simurg olarak görmüşlerdir.
Kuşlar Simurg, Simurg da kuşlardır.
Bu sırada Simurg’dan ses gelir:
“Siz buraya otuz kuş geldiniz, otuz kuş göründünüz. Daha fazla veya daha az
gelseydiniz o kadar görünürdünüz. Çünkü, burası bir aynadır!”
Hasılı, otuz kuş, Simurg’un kendileri olduğunu anlayınca; artık, ortada, ne
yolcu kalır, ne yol, ne de kılavuz…
Çünkü, hepsi BİR’dir. Aynı, aşıkla maşukun aşkta; habible mahbubun
muhabbette; sacidle mescudun secdede bir olması gibi…
Aradan zaman geçer, “fenâda kaybolan kuşlar yeniden bekâya dönüp”,
yokluktan varlığa ererler..”
Attar, “ölümden sonraki ölümsüzlüğün sırrına” lâyık
olacakların bilinciyle; ancak, bunları yazabilir kuşdili olarak; sembolik
lisanla!
Tabiî ki, okuyup da anlayanlara (!)…
Attar eserin sonunda kendisi hakkındaki bölümde kendini ve
durumunu şöyle anlatır:
“Ey Attar! Her an âleme yüz binlerce sır miskleri saçıp durdun.”
Aynı kısımda eseri için de şu tip ifadeler kullanır:
“Kitabıma dert gözüyle bak ki bendeki yüz dertten birine inanasın.”
“Bu kitaba dert gözüyle bakan kimse, devlet topunu kapıp Hakk’ın huzuruna kadar gider.”
“Bu kitap zamanın ziyneti ve süsüdür. Hem seçkinlere ve hem de
avamdan insanlara Hakk yolu görmeyi nasip eylemiştir.”
KAYNAKÇA
Erişim adresi www.yasamaugrasi.com/kultursanat/feriduddin-i-attar-mantikut-tayr-kus-dili.html