HESABIM
GİRİŞ YAP

Hoşgeldiniz! Hesabınıza buradan giriş yapabilirsiniz.



Yardım
ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.



Sevgili öğrencimiz Deniz Arslan'ın Oğuz Atay'ın "Bir Bilim Adamının Romanı: Mustafa İnan" adlı eseri üzerine kaleme almış olduğu kitap kulübü makalesini sizlerle paylaşıyoruz.

HER ŞEY İLE UĞRAŞAN ADAM: MUSTAFA İNAN

 

Ülkemizin en değerli aydınlarından biri olan Mustafa İnan’ın hayatını öğrencisi Oğuz Atay’ın dilinden okumak ve anlamak Türk okuruna verilmiş büyük bir armağandır. Çünkü Mustafa İnan gibi matematikten edebiyata, edebiyattan müziğe her alanla ilgisi olan çok yönlü bir şahsiyetin hayat hikayesini ancak Oğuz Atay gibi inceleme ve araştırma yönünden mühendislik zekâsı ile birlikte topladığı verileri, duru ve yalın diliyle ustaca kaleme alabilecek bir yazar üstlenebilirdi.

Jale İnan’ın ricası üzerine Oğuz Atay 1975’te yayımladığı Bir Bilim Adamının Romanı adlı eserinde tüm samimiyetiyle okurunu Mustafa İnan ile buluşturdu. Bu buluşma yalnız mühendislerin değil Türkiye'nin dört bir yanında yetişen, bilim ve irfan yoluna baş koymuş öğrencilerin, öğretmenlerin ve Türk aydınının da katıldığı bir buluşmaydı. Hatta öyle ki katılımcılar arasında riyaziyeci Mustafa’yı yakından tanımak isteyen ‘Der Mathematiker’den gelen yabancılar da var idi.

Romanda Oğuz Atay bizlere Mustafa İnan’ın hayat hikayesini İTÜ profesörünün öğrencisiyle günler sürecek olan sohbeti üzerinden aktarır. Tıpkı Oğuz Atay gibi profesör karakteri de genç öğrencisi ile birlikte Mustafa İnan’ın hayat hikayesini yazmaya niyetlenir. Jale hanım başta olmak üzere Mustafa İnan’ın yaşamı boyunca temas ettiği insanların verdiği bilgiler, belgeler, mektuplar ve fotoğraflar eseri tüm gerçekliğiyle ortaya koyar.

1911’de Adana’da doğan Mustafa, Rabia Hanım ile Hüseyin Avni Bey’in yaşayan ilk erkek çocuğudur. Annesi ve babası altı defa erkek çocuklarını kaybettiklerinden Mustafa’nın doğumundan sonra ona bir şey olur korkusuyla sevinçlerini bile yaşayamamışlardır.

Daha çok küçük yaşlarında savaş, kıtlık ve kaç kaç olayı ile karşı karşıya kalan Mustafa İnan bütün zorluklara rağmen öğrenmeyi ve öğretmeyi bırakmamış, düşünme sporuna daha o zamanlarda başlamıştı.

Mustafa İnan’ın öğrencilerine her fırsatta dile getirdiği ‘düşünme sporu’ veya ‘düşünme sanatı’ kişinin zihnini bağlayan bütün zincirleri kıran soyut bir eylemdir. Dolayısıyla İnan’a göre bir bilim insanı evvela düşünme eylemini kendisine bir yaşam boyu alışkanlık haline getirebilmelidir. Nitekim kendisi de ömrünü Türkiye’nin ruhunu çözümlemek, irdelemek ve bunlar üzerine düşünmekle geçirmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında başlayan üniversite reformları üzerine kafa yormuş ve Batı’dan aldıklarımızı kendi insanımızın üzerine kesip biçmeden olduğu gibi giydirmenin daha büyük tahribatlara yol açacağını öngörebilmiştir. Doğu’yu bütünüyle silmek, yıkmak ve yok saymak yerine Doğu’yu ve Batı’yı kendi kültür potamızda uzlaştırarak adımlarımızı yavaş olsa dahi sağlam ve emin atmamız gerektiğini ve bunun önemini savunmuştur. Bu nedenle bulduğu her fırsatta ‘ithal malı bilim olamaz’ demiştir. Ona göre Doğu’dan Batı’ya doğru çıkılan bu yolda Doğu’nun sistemsizliğini ve kaderciliğini geride bırakmamız ve Doğu’yu tedirgin etmeden, Batı’ya yaklaştırmamız gerekiyordu.

Bunun ciddi ve meşakkatli bir iş olduğunun kendisi de farkındaydı. Çünkü eski ve yeni çatışmaları toplumu her yönden yaralıyordu. Mustafa İnan’ın en önem verdiği konulardan biri olan dil ise bu çatışmaların ortasında kalıyordu. Bu durum ona göre fazla tehlike arz ediyordu. Çünkü dil toplumun ihtiyaçlarına ve doğasına göre dallanıp budaklanan bir ağaç gibidir. Toplumun nezdinde artık oturmuş ve bütünleşmiş birtakım kelimelerin dallarını kesip yerine suni ve yapay eklemeler ortaya koymak dilin yara almasına sebep olacaktır.

Mustafa İnan’a göre yeni kılıklar Batı’dan ithal edilirken aceleden kafaların ithali unutulmuştu. Bu da üniversitelerde kısırlaşmış bilimi ve akademisyenleri doğurmuştu.  Öğrencisini bilinçli bir şekilde bilgisinden mahrum bırakan akademisyenlerin tıpkı bir siyasetçi davranışı ile koltuk ve unvan sevdalılığı üniversitelerin ilerlemesini durduruyor, yerinde saymasına ve Batı ile olan mesafenin giderek açılmasına sebep oluyordu. Mustafa İnan üniversitesinde doktorasını yurt dışında yapan ilk akademisyendi. Bütün bu bozuk sisteme rağmen memleketini bu halde yüz üstü bırakmayı hiçbir zaman kendisine yakıştırmadığından Avrupa’da gördüğü, edindiği bilgileri ülkesine dönerek üniversitesine kazandırdı. Giderek artan beyin göçüne karşı gençlere her zaman bir umut ışığı olmak istedi. Genç aydınların memleketini terk etmek yerine ‘Yüzyıllardır neden ilerlemiyoruz? Batılılaşmanın neresindeyiz? ‘gibi soruların üzerinde kafa yormalarını istiyordu.

Belki Mustafa İnan da tıpkı Tevfik Fikret gibi oğlunu Avrupa’ya Batı’nın ilmini ve yeniliklerini öğrenip kendi memleketlerini geri dönmek üzere  göndermişse de ne Haluk Fikret ne de Hüseyin İnan bu noktada babalarının ideal aydın tipini karşılayabilmiştir. Haluk Fikret'in ve Hüseyin İnan’ın çocuklarının ana dillerinin Türkçe olmaması belki de bu yargıyı destekler niteliktedir.

Mustafa İnan’a göre düşünmek, en çok enerji sarf edilmesi icap eden fiziki bir olaydır. Fakat ne üzerine düşünebilmeli bir aydın? Nasıl düşünebilmeli ve en önemlisi niçin düşünebilmeli? Bu sorulara yanıt verebilmek için okullarda düşünme üzerine derslerin verilmesi gerektiğini söylüyor Mustafa İnan. Çünkü düşünmek temel ve basit bir eylem gibi görülse de ‘mükteseptir’ yani sonradan öğrenilir.

Mustafa İnan da bir aydın olmanın gerekliliği ile merak ettiği her konu üzerine düşünmüştür. Yalnız Batı-Doğu sorunu üzerine değil, Türk eğitim sistemindeki sorunlar üzerine, Büyük Arya-Dharma üzerine, Nefis kontrolü üzerine, Tolerans ve Tabiat üzerine ve daha birçok konu hakkında düşünme sanatını gerçekleştirmiştir.

Onu dinleyenlere matematiğin sadece hesap-kitaptan ibaret olmadığını hayatımızın her alanına uygulayabileceğimizi ve bunu yaparken de fayda sağlayabileceğimizi gösterdi. Yıllardan beri süregelen dil ve edebiyatı matematikten ayrı tutma çabasını ve bunların birbirlerine zıt olduğu düşüncesini yıkarak tam aksine dilin matematiğini ortaya koymaya çalıştı. Keza onun bu edebiyata olan ilgi ve alakası onu Yahya Kemal ile buluşturmuştur. Bu sayede sanat camiasında da kendisini birçok kişiye hayran bırakmıştır.

Romanda anlatılanlara göre artık efsaneleşmiş, her yönüyle mükemmel olan bu bilim insanını örnek alabilmek sıradan bir insan için neredeyse imkansız hale gelecekken ailevi hayatında üstlenmesi gereken çoğu sorumlulukları Jale Hanım'ın üstlenmesi, Mustafa İnan’ın bu konudaki noksanlığına kitapta yer verilmesi onu insani yönden daha gerçekçi bir düzleme oturtmamızı sağlıyor. Kitap boyunca fikirleriyle, başarılarıyla ve çok yönlülüğü ile hayran olduğumuz Mustafa İnan’ın arkasında ona daima bu imkan ve ortamı sağlayan onu hiçbir zaman yalnız bırakmayan, Türkiye’nin ilk kadın arkeoloğu, eşi Jale İnan yatmaktadır.

Jale İnan, eşi Mustafa İnan'ın nice bilim insanlarına örnek olabilmesi umuduyla bu romanın yazılmasında büyük emek göstermiş ve bize böylesine bir deha ile tanışabilme fırsatı sunmuştur.


Sayfayı Paylaş :