

Yazan: Burçin Gül | Boğaziçi Üniversitesi - Hukuk, 1. Sınıf
İNSANLIĞIN KÖRLEŞMESİ: JOSE SARAMAGO’NUN KÖRLÜK’Ü
Bence biz kör olmadık, biz zaten kördük, Gören körler mi, Gördüğü halde görmeyen körler.[1]
Yazar kitabını kurgularken bu cümleleri kullanıyor. Kitabında hayat verdiği karakterler üzerinden insanoğlunun körleşmeye başladığını değil, aksine hepimizin kör olduğunu, gözlerimizin yalnızca bakmaya yaradığını fakat göremediğini belirtiyor.
Aniden başlayan, nedenleri bilinmeyen ve hızlıca yayılan bir körlük salgınıyla başlar kitap; sıradan bir günün, sıradan insanlarının hayatını altüst eder. Öyle ki, bu salgına yakalanan ilk kişi şu cümleleri kullanıyor: “Gözlerime bir süt denizi kaçtı.”, körlüğün karanlık değil, her şeyi yutan bir beyazlık olduğuna işaret ederek. Geleneksel anlamda körlüğü genellikle karanlık metaforuyla ilişkilendiririz fakat burada tasvir edilen "beyaz körlük," bizleri alışılmışın dışında bir algıya yönlendiriyor. Bahsedilen bu ‘beyaz’ körlük, yalnızca fiziksel bir kaybı değil; aksine insanın ahlaki, toplumsal ve bireysel çöküşünü yansıtan bir metafor olarak bizlere sunuluyor. José Saramago, 1998 yılında kaleme aldığı bu distopik eserinde, toplumu körlük metaforu üzerinden yeniden sorguluyor. Gören ama gerçekte kör olan gözleri, değerlerin ve ahlakın kaybolduğu bir dünyada ahlaki çöküşle bizlere sunuyor.
Körlük salgınını yazar fiziksel bir engelden çok, bireylerin ve toplumun içindeki karanlığın dışa vurumu olarak veriyor kitapta. İnsanların körleşmesiyle birlikte düzen, ahlak ve insani ilişkilerin nasıl hızlıca bozulduğu anlatılıyor örneklerle. Öyle ki yazar, "Kör oldum" cümlesini hem bireysel bir felaketin hem de toplumsal bir eleştirinin başlangıcı olarak sunuyor. İktidar hırsı, bencillik, eşkıyalık ve hayvani içgüdüler sahneye çıkıyor. Saramago, bu süreçte bireyin nasıl hayvanlaştığını, ahlaki değerlerin nasıl buharlaştığını soğukkanlı bir gerçekçilikle anlatıyor. Körleşenler arasındaki kişiler suçlular veya günahsızlar olarak ayırt edilmeksizin bu yeni dünyada her biri, birer avcı ya da kurban rolüne bürünüyor. Bu sayede, körlük metaforu, fiziksel bir yoksunluk olmaktan çok, bir insanlık eleştirisine dönüşüyor.
Doktorun karısı, hikâyenin ahlaki omurgası olarak kitapta bulunuyor. Salgın karşısında kör olmayan tek kişi olarak, toplumun çözülüşüne gözleriyle tanıklık ederek, bu yükü omuzlarında taşıyor. Gözleri gören tek kişi olarak bu kadın, yalnızca fiziksel bir rehber değil, aynı zamanda vicdanı da simgeliyor. Öyle ki, körlerin acılarını hafifletmek, onları hayatta tutmak ve insanlıklarını korumaya çalışmayı kendine görev ediniyor. Ancak bu görev, düşünüldüğünün aksine hiç de kolay olmuyor onun için. Saramago, bu karakter aracılığıyla, bireysel ahlak ve toplumsal çıkar arasındaki çatışmayı da işliyor. Bir noktada doktorun karısı, eşkıyaların zulmüne son vermek için cinayete başvuruyor ve burada Saramago, suç ve ahlak arasındaki çizgiyi bulanıklaştırılmış bir şekilde bizlere sunuyor. Yazar, doktorun karısının bu eylemini bireysel bir intikamdan çok, bir toplumsal kurtuluş çabası olarak yorumlamamıza sebep oluyor.
Roman, yalnızca bireysel hikâyeler üzerinden değil, aynı zamanda toplumsal yapılar üzerinden de bir eleştiri sunuyor. Körlerin tecrit altına alınmasıyla oluşturulan kapalı dünyayı, bir tür mikro-toplum olarak adlandırabiliriz. Bu tecrit yeri olan akıl hastanesinde yeni iktidar ilişkileri, şiddet ve baskı dinamikleri hızla gelişiyor ve eşkıyalar, güç ve korku üzerine kurulu bir düzen inşa ediyorlar. -Yazar burada ‘Nasıl cübbe giyinmekle keşiş olunmuyorsa, asa taşımakla da kral olunmuyor işte’ diyerek de çarpıcı bir gerçeklikle iktidara sahip kişilerin yalnızca güç, korku ve baskı kullanarak yerlerinde kalamayacaklarını da belirtmeden geçmiyor. Ancak bu düzen, Saramago’nun deyişiyle, “görerek körleşmiş” bir dünyanın aynasıdır. İktidar sahipleri değişse de sömürülen ve ezilenler aynı kalmaya devam ediyorlar.
Kitapta körlük diye bahsedilen şey yalnızca fiziksel bir eksiklik değil, toplumsal ve ahlaki bir yoksunluk olarak ele alınıyor. Gözleri gören ama gerçekleri görmeyen insanların dünyası, salgından önce de var olan bir körlük dünyasıdır. Saramago, bu durumu şu şekilde ifade ediyor: “Körlük onları görürken ele geçirmiştir.”[2] Gözlerimiz açık olsa da, insanlık çoğu zaman empati, ahlak ve vicdan eksikliğinin körlüğü içinde yaşamaya devam ediyor bakmayı öğrenemediğimiz için. Ayrıca yazar, roman boyunca şu sorularına yanıt arıyor: İnsanlık, değerlerin ve ahlakın yok olduğu bir dünyada hayatta kalabilir mi? Körler dünyasında gören bir kişi olmak, özgürlük mü yoksa bir lanet mi? Bu sorularla, okuyucuyu yalnızca romanın kurgusal dünyasında değil, kendi yaşamlarında da hesaplaşma yapmalarına davet ediyor.
Kısacası, Körlük, yalnızca bir distopik roman değil, aynı zamanda insanlık tarihine ve modern topluma yöneltilmiş derin bir eleştiri olarak da karşımıza çıkıyor. Saramago, insanın hem kendiyle hem de toplumla ilişkisini sorgulayan bir metinle bir trajediyi ya da salgını anlatmaktan çok, insanın doğasına ve toplumsal yapıya dair keskin bir aydınlanma sağlamayı amaçlıyor eserinde. Bu sebeple bu roman, yalnızca bir roman değil; insanlık için bir ayna işlevi görüyor ve bizler o aynaya bakarken, hepimiz kendi körlüklerimizle yüzleşiyoruz.
[1] Jose Saramago, Körlük, Kırmızı Kedi Yayınevi, (Çeviri: İpek Gürsoy Manavbaşı), 2023, s. 320
[2] Jose Saramago, Körlük, Kırmızı Kedi Yayınevi, (Çeviri: İpek Gürsoy Manavbaşı), 2023, s. 247