HESABIM
GİRİŞ YAP

Hoşgeldiniz! Hesabınıza buradan giriş yapabilirsiniz.



Yardım
ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.



Yazan: Ayşe Gül Seval | İstanbul Medeniyet Üniversitesi – Hukuk, 2. Sınıf

ŞARTLANDIRILMIŞ CENNET

 

Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya (1932) adlı eseri ile George Orwell’in 1984 (1949) romanı, modern distopya edebiyatının en etkili iki örneği olarak hafızalara kazınmıştır. İlginçtir ki Orwell, Huxley’nin bir dönem öğrencisi olmuştur; bu tarihsel bağ, iki eser arasındaki düşünsel sürekliliği ve karşıtlığı daha anlamlı kılar. Her iki yazar da totaliter sistemlerin birey üzerindeki yıkıcı etkilerini sorgularken, bu düzenlerin nasıl kurulduğu ve sürdürüldüğü konusunda birbirinden oldukça farklı yollar izler. 1984’te birey, korku, gözetim ve şiddetle bastırılırken; Cesur Yeni Dünya’da insanlar haz, konfor ve şartlandırma yoluyla gönüllü bir esarete sürüklenir. Orwell’in dünyasında acı bir zorunluluktur; Huxley’de ise zevk, bir manipülasyon aracına dönüşmüştür. Bu bağlamda Huxley’nin eseri, bireysel özgürlüğün yalnızca dışsal baskılarla değil, içselleştirilmiş hazlarla da yok edilebileceğine dair çarpıcı bir uyarı niteliği taşır.

 

Romanın başlığı, William Shakespeare’in Fırtına (The Tempest) adlı oyunundan alınmıştır. Kitapta geçen “O brave new world, that has such people in’t!” (Ne cesur yeni dünya, içinde böyle insanlar var!) repliği, Miranda adlı karakterin ağzından dökülür. Bu cümle aslında bir hayranlık ifadesidir; ancak Huxley, bu sözleri ironik bir biçimde kullanır. Çünkü Cesur Yeni Dünya'daki insanlar, mekanikleşmiş, yapay mutluluklara bağımlı bireylerdir. Shakespeare’in umut dolu dizeleri, Huxley’nin satırlarında eleştirel bir çığlığa dönüşür.

Cesur Yeni Dünya, 26. yüzyılda, “Ford sonrası 632. yıl”da geçer. Henry Ford’un seri üretim modeli, bu geleceğin temel ideolojisini oluşturur. İnsanlar artık doğal yollarla değil, “Kuluçka ve Şartlandırma Merkezleri”nde türetilmektedir. Bireyler doğmadan önce sınıflandırılır: Alfalardan Epsilonlara kadar beş farklı kasta ayrılan insanlar, genetik mühendislik ve şartlandırma yoluyla sistemin çarklarına uygun hale getirilir. Özgürlük, aile, din, sanat gibi geleneksel değerler sistemli biçimde ortadan kaldırılmıştır. Toplumun refahı, bireyin silinmesiyle sağlanır.

Romanın merkezinde Bernard Marx, Lenina Crowne ve “Vahşi” John yer alır. Bernard, alfa kastından olmasına rağmen fiziksel özellikleri ve düşünsel sorgulamaları nedeniyle uyumsuzdur. Lenina ise sistemin ürünü bir vatandaştır; hazza, düzene ve kurallara bağlıdır. İkilinin, “Ayrıkbölge’’ye yaptığı ziyaret sırasında tanıştıkları John, doğanın içinde büyümüş, Shakespeare okumuş, sistemin dışında kalmış bir bireydir. John’un geleneksel insanlık değerleriyle yoğrulmuş bakış açısı, sistemle şiddetle çarpışır. Uyum sağlayamaz, içsel çatışmaları artar ve sonunda trajik bir sona sürüklenir.

Cesur Yeni Dünya, okuruna şu soruyu yöneltir: Gerçek mutluluk, özgürlüğün yok sayıldığı, bireyselliğin bastırıldığı, her şeyin önceden planlandığı bir düzende mümkün müdür? Huxley’nin cevabı nettir: Evet, mutluluk mümkün olabilir; ancak bu, ruhsuz, yapay, derinliksiz bir mutluluktur. Kitaptaki toplum, acıyı, duygusal yoğunluğu, hatta tutkuyu bile reddeder. İnsanlar “soma” adı verilen bir uyuşturucu ile duygusal sorunlardan kaçarken, sanat ve din gibi varoluşsal alanlar sistem dışı bırakılmıştır. Bu bağlamda Huxley, birey olmanın bedelini; haz uğruna özgürlüğünden, duygularından ve kimliğinden vazgeçen insan üzerinden sorgular.

Roman aynı zamanda bilimsel ilerlemenin etik sınırlarını da tartışmaya açar. Genetik mühendislik, şartlandırma psikolojisi ve tüketim kültürü, sistemin temel direkleridir. Ancak bu ilerleme, bireyin iç dünyasının çoraklaşmasına neden olur. Huxley, teknolojinin yanlış ellerde bir tür manevi kıyıma dönüşebileceğini ustalıkla gösterir.

Cesur Yeni Dünya, yalnızca bir distopya değil, aynı zamanda bir uyarıdır. Hazza tapan, bireyi unutan, özgürlüğü konforla takas eden bir dünyanın tehlikelerini gözler önüne serer. Huxley'nin kehaneti, günümüzde sosyal medya bağımlılığı, yapay mutluluk arayışları ve bireyselliğin silinmesi gibi olgularla daha da anlam kazanır. Kitap, her çağda yeniden okunmayı hak eden; insan olmanın özünü, sınırlarını ve risklerini hatırlatan bir başyapıttır.

 


Sayfayı Paylaş :