HESABIM
GİRİŞ YAP

Hoşgeldiniz! Hesabınıza buradan giriş yapabilirsiniz.



Yardım
ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.



Fazıl Soylu

HERKESE HER ŞEYİ ÖĞRETEN ADAM

Bazı kararlar vardır insanların hayatlarını değiştirirler. Bazı insanlar vardır çevrelerini değiştiriler. Bazı insanlarda vardır ki onların kararlarının etkileri çevreleri ile sınırlı kalmayacak kadar güçlü ve geniştir. O insanların belli bir çevreye hapsedilemeyecek kadar geniş ufukları ve üstün meziyetleri vardır. Karanlığın en zifiri anında dahi ortaya çıkarlar ve adeta aydınlığın haberciliğini yaparlar. Mustafa Hoca (İnan) da işte tam da böyle bir insandı. Yazımda ondan hoca diyerek bahsedeceğim zira bu titr en çok onda anlam buluyor.

Hayatını birilerine bir şeyleri daha doğrusu herkeslere her şeyleri öğretmeye adayan bu adamın hayatıını konu alan biyografik roman türündeki eser, 272 sayfa ve bir albümden oluşmaktadır. Yazarlığını Oğuz Atay’ın yaptığı kitap 2019 yılında İletişim Yayınlarında 58. Baskısını yapmıştır. Kitap ünlü Matematikçi ve yazarın aktardığına göre Mustafa Hoca’nın en yakın arkadaşı Cahit Arf’ın ön sözü ile başlar. 2 ana bölüm ve 19 alt bölümden oluşan yazım kısmı Mustafa Hoca’nın oğlu Hüseyin İnan’ın son sözü ile yerini hocanın hayatının çeşitli dönemlerinde çekilmiş fotoğraflarından oluşan albüme bırakır. Bu 19 alt bölümde Mustafa Hoca'nın hayatının çeşitli dönemleri kronojik sıra büyük ölçüde korunarak anlatılmıştır. Kitabın tam adı’’Bir Bilim Adamının Romanı Mustafa İnan’’ olup Oğuz Atayın TRT 1970 Roman Ödülü’nü de kazandığı ‘’Tutunamayanlar’’ romanın ardından kaleme aldığı ‘’Tehlikeli Oyunlar’’dan sonra üçüncü romanıdır. Kitabın anlatımı yer yer diyalog yer yer monolog konuşmalar ve anıların aktarımından oluşmaktadır. Yazarın üslubu oldukça sade ve anlaşılır olup eser genel itibari ile Mustafa Hoca’nın hayatının krnolojik olarak incelenmesi eşliğinde onun şahsına münhasır düşüncelerini ve karekteristik özelliklerinin şerh edilmesinden oluşmaktadır.

Oğuz Atay bu romanı oluşturabilmek için oldukça geniş bir kaynak taraması yaptığını kurgu içerisinde de sık sık tekrarlıyor. Özellikle o kendine has üslubu ile ironi sanatını konuşturarak toplumumuzun sözlü kültürden yazılı kültüre geçişinin noksanlıklarından yakınıyor. Yazar eserinin yazımında kullanılması gereken kaynaklara ulaşmakta zorluk yaşamasının yanı sıra bir de kendisine köstek olanlara ve bu çabasını beyhude bir girişim olarak niteleyerek itibar kaybına uğratmak isteyenlere cevabını 270 sayfanın neredeyse tamamında veriyor. Aslında en iyi cevabı, kitap okuma alışkanlığında ciddi problemler yaşayan ve yazılı kültüre geçiş sürecinin hala tam oturmadığı ülkemiz gibi bir çevrede, kitabın 58. Baskısını yapmasına neden olan okurlar vermekte. Belki de en iyi cevabı bu kitap sayesinde içindeki Mustafa İnan’ı hisseden ve onun izinden giden ilim müdafileri vermekte.

Peki uğruna roman yazılan, hayat öyküsü ile belkide binlerce insanın hayatını doğrudan ve dolaylı olarak etkileyip kendine hayran bıraktıran bu Mustafa İnan kimdir? Nasıl bir hocadır ki enginlere ve zamanının dar kalıplarına sığmamış insanların kader çarklarının seyrini etkilemiş?

Aslen Malatyalı olan bir posta seyyarının damdan düşen zayıf bünyeli ilk erkek çocuğu Mustafa, adam olacağını hem de büyük bir hoca olacağını henüz çocukken belli etmişti. Arkadaşlarının küçük hocası Mustafa, dersler ile başları her derde girdiğinde onların yanında olmuş, hocalık yolunda kendini eğitmeye yıllar öncesinden başlamıştı. Hocalarının doçentim olarak tanıttığı ve saygı duyduğu Mustafa’nın ilgi alanları o kadar genişti ki çok yönlü kişilik tabirinin emsaliydi adeta. Matematikten fiziğe, biyolojiden edebiyata, felsefeden tarihe kadar her alanda bilgi sahibiydi. O kadar iyi bir hafızaya sahip olduğu söyleniyor ki bir kere ezberlediğini unutmaz, unutmadığı gibi her daim o bilgisini ilerletir ve genişletirmiş. Mustafa Hocanın bu bilme ve öğrenme aşkının temelinde şüphesiz merak vardı. İrdelemeden duramıyordu her bilginin temeline inmeliydi. Bir aşık gibi görülebilir Mustafa Hoca, bilginin temeline inip zincirin halkaları misali biribine bağlı olup bulunulmayı bekleyen tabiatın illiyet bağlarını, çözdükçe hakikate yaklaşmanın huzuru ile yaratıcısına yaklaşan, fıtratını gerçekleştiren bir aşık gibi.

Öğrencileri ile olan ilişkisinde kimi hocalar gibi onları bir rakip olarak görmüyordu. Mustafa Hoca öncekilerden, ve öncekiler gibi olanlardan oldukça farklıydı. Her daim hissettiriyordu bu farklılığını, edilgen olmaya değil etkileyen olmaya gelen bir devrimci gibi değiştirmeye gelmişti miadını doldurmuş düzeni. Onun hocalığa başladığı sıralarda henüz bilimsel bir ekol oluşmamamıştı Türkiyede. Genç Cumhuriyetin ilim çevreleri batılılaşma gayesi güden ancak kollarından bir o yana bir bu yana çekilen çocuk gibi ordan oraya savruluyordu adeta. İthal malı bilim ile olacak gibi değildi bu batılılaşma, gelenek gerekliydi. Topluma yön vermek için onun geleneklerinden inşa edilen bir bilimsel ekol oluşturulmalıydı. Mustafa Hoca 56 yıllık yorucu ve geçim sıkıntıları ile dolu yaşamını bu uğraşta harcadı ama niçin? Cahit Arf’ın değimiyle mutluluğa ulaşmanın yolu sonsuzluktan sonsuzluk ise yarınlara bırakılabilecek eserlerden geçmekteydi. Mustafa Hoca da saadete böyle uzanacaktı belkide, kendisi bu fani dünyadan göçüp gitse bile kurduğu bilimsel ekol ile insanların düşüncelerinde yaşayacak ve sozsuzluğa muktedir olacaktı.

Mustafa Hoca gibi içinde ulu bir ağaç formu potansiyeli taşıyan bir çok genç tohum vardır her toplumda. Ancak her tohum bu potansiyelini gerçekleştirebilecek kadar dirayetli olmayabilir. Bazıları şansın da oldukça önemli olduğunu söyler. Elbette kim kabul edebilir ki her istediğini gerçekleştirebilecek ailevi bir mirasa sahip olan burjuva kesmin çocukları ile Anadolu’nun küçük bir köyünde ailesinin geçim yükünü sırtlayan bir çocuğun bu ulu ağaç olma yolunda eşit şartlarda olduğunu. Ancak unutulmamalıdır ki eşitsizliklerin zorda olana sağladığı güçlü bir motivasyon kazanımı da vardır. Yolundan her sapışında onu uyaran onu tekrar rayına sokan hatta onu kamçılayan bir itki gücüdür bu. Mustafa Hoca gibi anadolunun türlü zorluklarının en derinden hissedildiği bir yöresinden sırtında yüküyle yola çıkan bir gencinde muhakkak böylesine bir motivasyonu vardır. Önceleri babasının ‘’Bu çocuk adam olmaz’’ sözünü haksız çıkartmak ve ona adam olduğunu gösterme arzusu yerini, babasını kaybetmesi ile ailesinin geçim sorumluluğuna bırakmıştır.

Oldukça parlak bir öğrenci olan Mustafa Hoca henüz İsviçre’de doktorasını tamamladığında ona Türkiye’deki imkanlar ile kıyaslanamayacak bir çalışma ortamı sunulmasına rağmen ülkesi için çalışmak için geri çevirmişti bu teklifi. Belki de ihtisasını ve çalışmalarını yurtdışında devam ettirse alanında büyük devrimler yapabilir adını ilme çok daha büyük kazanımları olabilirdi. Ancak o Anadolu insanın geleneklerini iliklerinde hissediyor bu topraklara bir vefa borcu olduğunu düşünüyordu. Bazıları bilimin evrenselliğinden dem vurarak onun bu vatan milliyetçiliğini eleştirebilir hatta bir bilim adamına yakışmayan duygusallığının objektif düşünme kabiliyetine gölge düşürdüğünü söyleyebilir. İnsanı insan yapan onu biyolojik bir makineden ayıran da bu duygular değil midir? Keza Mustafa Hoca bilimin evrenselliğini savunarak günümüzde beyin göçü olarak adlandırılan bu duruma üzülmekle beraber tercihlerini bu yönde kullananlara saygı duyuyor ve kendi zengin düşünme sanatı ile eleştiriye yine kendi bağlamında bir mantık paradigması kurarak cevap veriyordu. Kitapta daha detaylıca işlenmekle beraber mealen: Bilimin evrenselliğini savunanlara, ülkeler arasındaki eşitsizliğin dünya huzur ve barışını tehdit ettiğini, bunun giderilmesi için ise evrensel kazanımlardan bir ölçüde fedakarlık ederek bilimde diğer ülkelere nazaran daha zayıf bulunan ülkelerde çalışmaların yürütülmesini savını ileri sürüyordu. Duygusal düşüncenin eleştirildiği bilimin evrenselliği tezine mantık kuralları içerisinde duygudan arndırılmış son derece tutarlı bir antitezdi bu düşüncesi.

Birçok önemli insan gibi Mustafa Hoca’nında kıymeti maalesef onu kaybedince daha bir bilindi. Yaptıkları boşuna değildi elbette bir çok insanın hayatını ve o insanların değiştireceği hayatlar zincirinin başat halkalarından biriydi Mustafa Hoca. Özel sektörde çalışıp hayatı boyunca geçim sıkıntısı çekmeyebilir veya kendini bilimsel çalışmalarına verebilirdi ancak o en iyi yaptığı işi, tutukusunu, öğretmenlik yolunu seçti. Herkese her şeyi öğretmeye çalışan adam herkese her şeyi öğretecek nice talebe yetiştirdi.

Başta her öğretmene ve öğretmen adayına sonra da eğitim yoluna baş koymuş her öğrenciye okutulması gereken bu eser umalımda içimizdeki nice Mustafalara ışık tutsun, onların kıymetini zamanında bilmede bu millete ders olsun.

Sayfayı Paylaş :