HESABIM
GİRİŞ YAP

Hoşgeldiniz! Hesabınıza buradan giriş yapabilirsiniz.



Yardım
ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.



Damla İnci

CANDİDE & İYİMSERLİK

 

Candide hocası tarafından olabilecek dünyaların en iyisinde, önceden kurulmuş mükemmel düzende yaşadığına inandırılan bir gençtir. Voltaire kahramanı Candide’yi iyimserliğinin elinde hiçbir koz bırakmayıncaya kadar dünyanın dört bir yanında türlü çile, savaş ve acıya maruz bırakarak, Leibnizci bakışı eleştirmektedir. Öyle ki başta düşüncesine, hocası Pangloss’un öğretilerine sımsıkı sarılan Candide sonraları iyimserliği ‘’insanın her şeyin iyi olduğunu ileri sürmesi çılgınlığı’’ olaraktanımlayacaktır.

     

Candide’ye giriş yapmadan önce  kitabın baştan sona karşısında durduğu, Gottfried Leibniz’in felsefesinden bahsetmekte fayda vardır. Felsefesinde Descartes’in töz anlayışından yola çıkarak varlıkların ve dünyanın temelini özlere yani monadlara dayandırmış ve bu monadları enerji ve etki gösteren birer güç olarak görmüştür. Her bir monadın faaliyetini öncekinin sonucu gelecektekinin de belirleyicisi olarak tanımlamıştır. Monadların böyle bir düzen ve ahenk içinde bulunmalarını tanrı önceden belirlemiş ve kurmuştur. Felsefe tarihinde bu görüş önceden düzen kuramı olarak bilinmektedir. Leibniz felsefesinde bu düzenin bir gayeye yönelik olduğunu ve bu düzenle var olan  dünyanın olabilecek dünyaların en mükemmeli olduğunu söyler. Kitapta bu söylem, Candide’nin akıl hocası Pangloss’un ağzından defalarca tekrarlanmıştır. Ancak isminin manasıyla bile iyimserliği temsil eden Candide’nin, başına gelen sayısız felaketi, hocasının öğretisi olan nedenler ve etkileri düşünce sistemine oturtma çabaları her defasında sonuçsuz kalmış, hangi nedenin hayatına bu denli kötü etkilerle dönebileceğini cevaplandıramamıştır. Voltaire kahramanına otuz bölümün her birinde ayrı felaketlerle aynı soruları sordurmuş, dünyayı dolaştığı bu serüvende onu en az kendi kadar zulüm yaşamış, farklı sınıf ve cinsiyetten karakterlerle karşılaştırarak, onların ağzından da aynı sorularla dünyanın düzeni ve gayesini sorgulamış ve böylece bu derdini tüm topluma mal etmiştir.

        

Yazar, kötümserlik temasının direk üstüne basmak yerine, Candide’yle birlikte okuyucuya dünyadaki çirkinlikleri göstererek onları iyimserlikten, cahillik seviyesinde gördüğü saflıktan uzaklaştırma yolunu seçmiştir. Bu yöntemini başarılı kılan etken, barbar Bulgar  ve Fransız askerlerinin savaşta geride bıraktıkları korkunç savaş manzaralarından başlayarak Amerika’daki yamyamlara, Lizbon’daki korkunç deprem felaketine, Portekiz’deki engizisyon işkencelerine, bir dönem dünyayı sarsan frengi hastalığına kadar doğal veya insan kaynaklı yaşanmış olaylara göndermeler yaparak, Avrupa, Asya ve Amerika’ya yayılan hikayesiyle kitabı evrenselleştirmesi olmuştur.

        

Tüm bu kötü olaylar zincirinde gerçek olaylar ve kişilere gönderme yapılırken, Candide’nin mutlu hayatlar sürdüğü, kötülüğün olmadığı iki mekânın da tamamen kurmaca olması tesadüf değildir. Bu mekânlardan birincisi Candide’nin hikayenin başında yaşadığı ve daha sonra asla vazgeçmeyeceği aşkı için kovulduğunda, ‘’cennetten kovuldum’’ diye düşündüğü Thunder-Ten-Tronckh şatosudur ve şato Candide kovulduktan hemen sonra Bulgar askerleri tarafından yağmalanmış yok edilmiştir. İkincisi ise tesadüfi bir akıntı sırasında vardıkları, isteyenlerin –ulaşamadığı- bir ülke olan Eldorado ülkesidir. Zaten hayali isimlendirmelerle kurgulanan bu yerlerin birinin yağmalanıp yok edilmesi, diğerinin ise ulaşılamaz yollarının olmasıyla Voltaire hayalindeki ideal düzenin dünyada henüz var olmadığına gönderme yapar. Zira kitapta yarattığı ütopik Eldorado ülkesi, Fransız devrimi ve aydınlanma hareketine yönelik çalışmalarında da  görülen özgürlüğün, ifade hürriyetinin, eşit yurttaşlık haklarının, adaletli bir toplum düzeninin  savunucusu olan  düşüncelerinden izler taşır. Voltaire bu düşsel ülkede, sosyal ve dini çatışmanın olmadığı; mutluluğa, refaha ve düşünce olgunluğuna erişmiş bir toplum imajıyla, yaşadığı çağdan günümüz toplumuna ulaşan sorunlara çözüm niteliğinde bir ülke tablosu çizmiştir.

   

Serüvenin sonlarına gelindiğinde ülkeler satın alabilecek zenginliğe ulaşan Candide’nin tüm parasının bitmesi, güzelliği uğruna dünyayı dolaştığı Cunegondesi’nin yüzüne bakmak istemediği çirkinlikte bir kadına dönüşmesi ona, maddesel değerlerin faniliğinde,  insanoğlunun asıl gayesini yeniden sorgulatır.  Üstelik  başlarına gelen  olağanüstü felaketlerden sonra Candide ve yedi  arkadaşının sakin bir Türk çiftliğinde, büyük çilelerden uzak, olabilir dünyaların en mükemmelinde yaşadıklarını düşünebilecekleri en doğal yerde, bu sorgulamaları daha da artmış, aralarındaki yaşlı kadının sözleriyle şu boyuta gelmiştir.

      

- Neyin beter olduğunu bilmek istiyorum. Zenci korsanlar tarafından alıkonmak mı,  kalçanın birinin kesik olması mı, Bulgarlar tarafından falakaya yatırılmak mı, bir auto-da-fe de (engizisyon tarafından verilen ateşle yakılma cezası) kırbaçlanıp asılmak mı, teşrih edilmek mi, kadırgada forsa olmak mı, hepimizin uğradığı bütün bu felaketlerden geçmiş olmak mı, yoksa burada hiçbir şey yapmadan DURMAK mı?

     

Voltaire burada öylece -durmanın- yani insana verilen en kıymetli değer olan akıl ve üretme yeteneğini hiçe sayarak bu değere saygısızlık etmenin insana yaşatılabileceklerin en beteri olduğunu vurgular. Kapanışında da hikayenin iyimser yüzü Pangloss, kötümser yüzü Martin ve bu ikilinin ortasında sürekli nedenler sonuçlar, mümkün en iyi dünya, kötülüğün kökeni, önceden oluşmuş uyum hakkında düşünmeye ittiği Candide’yi yaşlı bir Türkle karşılaştırır. Çocuklarıyla birlikte yalnız 20 dönüm toprağını ekip biçen bu mutlu adamda, İtalya’da aynı masada yemek yediği altı kralın kaderinden daha iyi bir kadere sahip dedirten huzuru gören Candide’nin sorularına yaşlı çiftçinin şu sözleri cevap olur .’’ İş bizi üç musibetten uzak tutuyor. Can sıkıntısı, kötü alışkanlıklar ve ihtiyaç. Bu karşılaşmanın ışığında üç düşünür arasında kitabın özünün aktarıldığı şu konuşma geçer.

 

-          Bahçemizi ekip biçmemiz gerektiğini biliyorum, dedi Candide.

 

-          Haklısınız, dedi Pangloss, çünkü insan cennet bahçesine çalışması için yerleştirilmiştir, bu da insanın doğuştan dinlenmeye elverişli olmadığını kanıtlar.

 

-          Nedensiz çalışalım, dedi martin, hayatı tahammül edilebilir hale getirmenin tek çaresi bu.

    

Kitapta anlaşılması gereken en önemli husus, Voltaire’nin iyimserliğe karşı tavrına dayanarak kötümserliğini, insanlığı bir umutsuzluk kuyusuna hapsetmesi olarak görmemektir. Aşırı saflık hatta bağnazlık olarak gördüğü iyimserlikten kurtulmaktaki asıl amaç, umutsuzluğa dönüşen bir tutum yerine, dünyadaki felaket ve kötülüklere karşı insanın aklını yani potansiyelini kullanarak, üreterek mutluluğa ulaşmasıdır. Asıl çaresizliği iyimserlik başlığı altında ‘’olabilecek dünyaların en mükemmeline’’ kendini bırakan teslimiyetçi ve kaderci yaklaşımda görür. Benimsediği pesimist bakışı, bireysel ve toplumsal farkındalığa dönüştürerek, kitapta doyumsuz kurtlara benzettiği insanın bozduğu döngüyü düzeltmeye yönelik bir araç olarak kullanır.

 

Voltaire, insanın kötülük ve çileyle piştiğini kabul eden bir dünya düzeni içinde yaşamı, sürekli çiğ kalabilme sanatı olarak görür. Bu nedenle insanlara hayatı, ekip biçecekleri bir bahçe olarak sunup, bıkmadan kendi bahçelerini yeşertmeleri gerektiğini söyler. Ancak bu şekilde, onları pişirmeyi bekleyen kötülüklere karşı çiğ kalabilme sanatında başarılı olunabileceğinin yolunu gösterir ve karakteri Candide’ye bir kez daha ‘’Bahçemizi ekip biçmeliyiz.’’  dedirterek kitabını noktalar.

 

Sayfayı Paylaş :