HESABIM
GİRİŞ YAP

Hoşgeldiniz! Hesabınıza buradan giriş yapabilirsiniz.



Yardım
ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.



Saliha Çete

İnsanın Dört Zindanı – Ali Şeriati

Fecr Yayınları – 11. Basım – Ankara/2019 – 96 sayfa

Ali Şeriati 1933 yılında Horasan’da doğdu. Meşhed Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden mezuniyetinin (1958) ardından lisansüstü eğitimi için bulunduğu Fransa’da Les mérites de Balkh başlıklı tezi ile Sorbonne Üniversitesi’nde doktora çalışmasını tamamladı. 20. yüzyıl İslam düşüncesinde yenileşme çabalarının önemli bir ismi olan Dr. Ali Şeriati İran Devrimi’ne (1979) etki eden düşünürlerdendir. Halk ve aydın kesimler tarafından nazarı celbeden fikir ve söylemleri siyasi kurumlarca tepki çekti ve 1977 yılında SAVAK tarafından düzenlenen bir suikastte hayatını kaybetti (Subaşı, 2010; Şeriati, 2013, s.4).

SİZİ RAHATSIZ ETMEYE GELDİM!

Yazar insanı hapseden, hareket alanını kısıtlayan dört cebri açıklamaya başlamadan önce her düşünür gibi varlık sorgulamasına gidiyor ve İnsan Nedir? sorusu ile kainatta yerini belirlemeye çalıştığı bu varlık cinsini araştırıyor. “İnsanın ne olduğunu ve ne olması gerektiğini kavramazsak, yani açık ve üzerinde ittifak edilmiş bir insan gerçeği inancına sahip olmazsak, kültürü, eğitimi, öğretimi, ahlakı ve toplumsal ilişkileri düzeltme çabalarımızın tamamı abestir, beyhudedir.” (Şeriati, 2013, s.11).  İnsanı açıklarken onun için kullanılan başka bir terim olarak “beşer” sözcüğünü de açıklıyor ve aralarındaki farkı Kur’anî bir düstur ile temellendiriyor. Beşer; birtakım fiziki ve biyolojik özelliklere bağlı, doğan, büyüyen, ölen bir canlıdır. Bunlar ve bunlar gibi tâli özellikler insana canlı oluşuyla ilişen özelliklerdir. Fakat beşeri diğer canlı türlerinden ayıran bir faslın olması gerektiği, bunun ise yalnızca insan olabilmekle sağlandığı açıktır. İnsan görünen dünyanın ötesinde aşkın hislere sahiptir. İradesi ve bilinci farkındalığı ve üretkenliği ile diğer canlılardan ayrılır.

Yazarın bu noktadaki ayrımına biraz daha inecek olursak, bu ayrımı Kur’an-ı Kerîm’in kendi içerinde vâzettiği beşer ve insan ayrımından hareketle temellendirdiğini söylemiştik. Yazara göre beşer “imek”tir, yani var olduğu ve varlığını devam ettirdiği zaman zarfında değişime tâbi olmayan ve her daim aynı tamın üzere olandır. Beşerin üzerine sabit olduğu tanım iki ayağı üzerinde yürüyen bir varlık oluşudur. Fakat buna mukabil insan “olmak”tır ki bu beşeri sürekli ulaşma ve değişme durumuna sevk eden bir uğraş içerisinde olmasından kaynaklanır. İnsan her zaman “olmak” hedefindedir ve bir erişme noktasına doğru hareket eder. Bu her birey için farklılaşsa da, mutlak bir yöndeki doğrusal hareketi beşerin insan olma çabasıdır. Bu çabanın asıl yanıt verdiği nokta ise, yazara göre “O’na doğru ilerlemek”tir.

— “Biz Allah’a aitiz ve O’na döneceğiz.” Bir insan tanıma, bir insan bilimi felsefesidir (Şeriati, 2013, s.20).

Bu noktada Allah’a doğruluğu, “ileyhi” tabirini derince açıklıyor ve insanın içlerinden gelen ve onu aşkına yönelten eyleminden bahsediyor. İnsanı bu insan olmasına doğru götüren yolda bilinçlilik, seçicilik ve yaratıcılık özelliklerinin ona eşlik ettiğini söylüyor. Bilinçten maksadın da kendini bilmek olduğunu vurguluyor. İnsan dünyada varlığını devam ettirdiği her an benlik bilinci, seçiciliği ve yaratıcılığı ile var olduğunu ve fakat bunlardan kendisini alıkoyan ve beşer mertebesine indirgeyen dört cebirden bahsediyor. Nihayet bu noktada kitabın ismini aldığı dört zindan, dört belirlenimden bahsetmeye başlıyoruz.

— İnsanı öz bilinç/kendini bilme, seçme ve yaratıcılıktan alıkoyan dört belirlenim vardır (Şeriati, 2013, s.21).

Dedikten sonra yazar, varlığın açıklanmasıyla öne çıkmış Descartes’ın “düşünüyorum”, Andre Gide’in “hissediyorum”, Camus’nun “başkaldırıyorum”larını birer “olmak” olarak değerlendiriyor. Özellikle “başkaldırıyorum o halde varım” mottosu ile sayacağı dört zindana başkaldıranın insan olduğunu açıklamaktadır. Bu belirlenimlerle yapılan savaşın bir özgürlük savaşı olduğunu, insanın maddi bir olgudan Tanrı’ya gitmek için verdiği “sulhu olmayan bir cenk” olduğunu söylemektedir (Herevî, 1983, s.355).

 

— İnsan, “olmak” gelişimi boyunca, yani beşerlikten, beşer durumundan insan merhalesine intikal süreci boyunca bu belirlenim güçlerinden kurtulabilir (Şeriati, 2013, s.43).

Bu dört belirlenim tabiatın belirleyiciliği, tarihin belirleyiciliği, toplumun belirleyiciliği ve kendi belirleyiciliğidir.  İnsanın zindanları arasında en başta gelen kuşkusuz doğa zindanıdır. Doğa yasalarıyla, kendi doğal akışı içerisinde ortaya koyduğu düzenekleriyle kesinkes insanı mahkum eden, esaret altında tutan bir yapı ortaya koyar. İnsan, doğa zindanını ancak bilim ve bilimin katkılarıyla aşabilir.  İnsanın doğa zindanına başkaldırıda kullandığı bilim aracı ile katettiği mesafeyi, yerçekiminin karşısında kilometrelerce havalanmak olarak örneklendiren Şeriati, bilim ile ilerleme noktasında etik bir hümanizm çerçevesi çizmektedir.

Tarihin belirleyiciliği insanın 2. zindanıdır. Tarihte olan bitenler, geçmişten getirdiğimiz kimlikler, üzerimize yapışıp kalmış aidiyetler, bizi orada tutan, başkalarından daha farklı bağlamda bir yere sıkıştıran yaklaşımların arkasında tarih yatmaktadır. Eğer insan tarihle hesaplaşmaz, onu sorgulamaz onun verilerini koşulsuz kabul ederse kendi yaşamı içerisinde daha doğrusal yönelimlerde bulunmasının imkan ve ihtimali yoktur. Tarihle yüzleşmek, tarihi her daim gözden geçirmek, tarihin verilerinin doğruluk iddialarını tartışmak aslında bu zindanı aşmanın en temel ölçülerinden birisidir. Bir tarihin içine doğmak bir geleneğin içine doğmaktır, bir usulün, bir üslubun, bir coğrafyanın parçası olmaktır. Dolayısıyla insan, kendisine yüklediği bütün misyonları ayıklayarak , onlar içinde ciddi kritikler yaparak kendi kişiliğini ve yönelimlerini net bir çerçeveye ulaştırabilir.

 

— Bu tarihe karşı bir başkaldırıdır (Şeriati, 2013, s.48).

İnsanın 3. zindanı toplum zindanıdır. Toplum alışkanlıklardır, düzenlerdir, yasalardır, ahlâkî çerçevelerdir. Bir toplumun içine doğmak o toplumun normlarına ve tanımlanmış statülerine tâbî olmayı gerektirir. Kişi üyesi olduğu toplumun kurallarını dikkate almaz, toplumun kendisini bir şekilde kontrolde tutmak hedefiyle kullandığı mekanizmaları hiçe sayarsa o toplumda barınma olasılığı bulamaz. Fakat aynı toplum kişiyi bütün bağlılıkları dahilinde kendi içine katar ve kişinin öznelliğini, özgünlüğünü, özgürlüğünü yok eden ağır bir zindan kuşatması altında onu sindirir. Müfredatı bizi dönüştürür, paradigmaları bizi tâbî kılar, iktidar ilişkileri bizi o toplumsal düzene teslim olmaya zorlar. Yazara göre bu kuşatmadan kurtulmanın ve kendini bulmanın yöntemi sosyoloji bilimidir. Kişi, kendisini kısıtlayan, belirli ölçüler dışında kişiye hareket alanı bırakmayan toplumunu ne kadar iyi tanır ve onu ne kadar iyi analiz ederse topluma karşı o kadar güçlü manevralara sahip olmaya başlar. Bunu da en iyi şekilde sosyoloji alanının sunduğu ufukla toplum karşısında yetkinleşmek sağlar.

Fakat bir zindan var ki bu tek başına sadece bilimin ve gelişmenin sunduğu ufukla aşılabilecek değildir. İnsanın en büyük zindanı kendi zindanıdır, insanlık zindanıdır. İnsanın kendi içindeki labirentleri, çelişkileri, iç hesaplaşmaları bu zindanın iç içe girmiş duvarlarıdır. İnsanın bu giriftliği aşması, kendisiyle başetmesi, kendisini yenmesi sanıldığı kadar kolay bir şey değildir. İnsan bunlarla mücadele etse de etmese de kendisinden verir ve eksilir. Ulaşılması gereken sonucun bir gün bunları aşıp, bu kendinden verme ve eksilmenin son bulmasıdır. Her zaman kritikçi, hep eleştirel bir bağlamda toplumsal yapıların üzerimizdeki ağırlığını sık sık sorgulayan ve hatırlatan Ali Şeriati, insanın kendi zindanı söz konusu olduğunda kendisini de zorlayan birtakım süreçlerden haberdar olduğunu ifade eder. İnsanın kendisi ile yüzleşmesi ve onu aşması çok büyük bir erdemi, ahlâkî temeli ve kararlılığı iktiza eder. Ali Şeriati bu süreci aşmanın yöntemi olarak ahlak ve aşkı önerir. Îsâr olarak ifade eder ve “o kendini başkaları uğruna feda etme mantıksızlığıdır.” (Şeriati, 2013, s.87). Kişi ancak kendi menfaatinden sıyrılıp bir başkasının menfaati için çabalıyorsa, kendi ânının dışına çıkıp başka birinin ânına dahil olmaya niyet ediyorsa ancak iç hesaplaşmalarına galebe çalmış olabilecek ve onu kendi zamanına hapseden nefs zindanından kurtulabilecektir.

KAYNAKÇA

 

Herevî, A. (1983). Tabakâtu's-Sufiyye. İstanbul: Tûs Yayınları.

 

Subaşı, Necdet. “ŞERÎATÎ, Ali”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 38/577-580. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2010.

 

Şeriati, A. (2013). İnsanın Dört Zindanı (11. baskı). Ankara: Fecr Yayınları.

 

Sayfayı Paylaş :