HESABIM
GİRİŞ YAP

Hoşgeldiniz! Hesabınıza buradan giriş yapabilirsiniz.



Yardım
ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.



Hüseyin Khan Deniz Almasov

MÜLKSÜZLER

DEVRİMİN DOĞUŞU

Giriş

Amerika’nın önemli yazarlarından olan Ursula K. Leguin 1929 yılında Kaliforniya’da doğmuştur. Yaşamı boyunca yüzden fazla kısa öyküye yazarlık ve çevirmenlik yapmıştır. İlk romanını 1966 yılında yazmıştır. Mülksüzler romanını ise 1974 yılında yazmıştır. Yazar 2018 yılında vefat etmiştir.

İncelemesini yapacağım “Mülksüzler” adlı bu kitap Metis Yayınevinden çıkmış Levent Mollamustafaoğlu tarafından dilimize çevrilmiştir. Kitap 2017 yılı baskısı olup 336 sayfadan oluşmaktadır.

Mülksüzler ütopyası ikircikli bir ütopyadır. Doğa şartlarının zor olduğu, kıtlıklar yaşanan bir ütopyadan bahsediyoruz. Gerçi bunları ilerleyen bölümlerde daha ayrıntılı inceleyeceğim. Kitabımızın incelemesine ve yorumlamasına yazarın da izlediği metodoloji ile öncelikle gezegenlerimizi tanımakla başlamak gerekmektedir. Çünkü aksi halde tüm bilgiler ve göndermeler sonuçsuz kalacaktır.

Anarres ve Urras

Urras aslında günümüz dünyası iken Anarres ise bugünkü aydır. Urras’ın coğrafyasını incelediğimizde üç farklı devlet ile karşılaşıyoruz. Bir tarafta sosyalist devlet Thu, diğer tarafta kapitalist devlet olan A-io ve son olarak ise totaliter bir devlet rejimine sahip olan Benbili devletini görüyoruz. Anarres’te ise devlet yoktur. Çünkü anarşist bir toplum vardır. (Anarşizm nedir? Anarşizm, baskıcı ve otoriter bir devlet rejimi yerine iş birliğini, dayanışmayı, yardımlaşmayı ve bireysel iradeyi ön plana çıkaran bir sistemdir. Anarşizmde devlet mekanizmasına dayalı kurum ve kuruluşlar yoktur. Bireysel irade, bireysel sorumluluk ve vicdan söz konusudur. Ayrıca anarşizmde özel mülkiyet ve para da yoktur. Hem sosyalist hem de kapitalist otoriter devlet rejimlerinin tamamına karşıdır.)

Bu bölünmeler başlamadan öncesine dönecek olursak; yaklaşık 150 yıl öncesine kadar herkes Urras’ta yaşamaktaydı. Anarşist toplum söylemleri ve toplumsal eylemler çıkana kadar bu böyle sürmekteydi. Bu toplumsal eylemler bir sürgünle yahut anarşistlerin kendilerinin dediği gibi gönüllü bir göç ile sonuçlanmıştır. Urras’taki anarşistler Urras’ın uydusu olan Anarres’e göç etmişlerdir ve orada bir anarşist toplum yapısı kurmuşlardır. Tüm bunlara öncülük eden kişi ise Odo adındaki bir kadındır. (Yazar bazı feminist söylemlerde de bulunmaktadır. Bu kısımdaki asıl ironi ise tüm bunları başlatan ve lider olan Odo Anarres’i göremeden vefat etmiş ve mezarı da kapitalist olan Urras’ta kalmıştır.)

Bu iki gezegen arasındaki temel farklılıklara bir göz atalım. Günümüzde de olduğu gibi Urras’ta para her şeydir. Adeta paraya tapılmaktadır. Ve dolayışla özel mülkiyet vardır. Annares ise özel mülkiyetin, dinin ve devletin olmadığı aksine dayanışma ve iş birliğinin olduğu bir yapıdır. Urras’ın iklimi, ağaçların, suyun bol olduğu, verimli arazilerin olduğu, her çeşit meyve ve sebzelerin yetiştiği bir gezegendir. Anarres ise çöl gibi kurak, her yeri toz içinde olan, bitki dahi yetişmeyen, çok az hayvan türünün olduğu, kıtlığın olduğu ve suyun sınırlı olduğu bir yerdir. Urras’ta bir milyar kişi yaşarken, Annares’te 20 milyon kişi yaşamaktadır. Urras’taki her şey satın almak, satmak, statü, ataerkillik, bürokrasi ve hiyerarşi gibi kavramlar üzerine kurulmuştur. Anarres’te ise hiçbir denetim mekanizması yoktur. Dolayısıyla ceza, yasa devlet baskı bürokrasi zorlama yoktur. Aynı zamanda Urras’ta kadının yeri yoktur. Yani kadın sahip olunması gereken mülkiyet iken Anarres’te eşitliğe dayalı anlayıştan dolayı erkekler kadınlar üzerinde hak iddiasında bulunamamaktadır.

 Anarres’te paylaşma ve yardımlaşma esastır. Sahip olmak yanlıştır. Evlilik ve çocuk sahibi olmak da söz konusu değildir. Ancak çocuklar yapıldıktan sonra bakım evlerine verilir ve orada büyütülür. Yani kendi çocuklarınız yoktur. Sizin çocuk üzerinde çocuğunda sizin üzerinizde herhangi bir hakkı yoktur.  Dolayısıyla size annem veya babam da diyemezler. Otorite olmadığı için her şeyi yönlendiren ve sonuçlandıran bireysel eylemler ve vicdandır. Bunun sonucunda da bireysel sonuçlar alınmaktadır.

 Özel mülkiyet yoktur. Bunu en iyi Anarres’in kurucusu olan Odo’nun sözleri özetlemektedir: “Nerede mülkiyet varsa orada hırsızlık vardır. Bir hırsız yaratmak için bir sahip yaratın. Suç yaratmak istiyorsanız yasalar koyun.” Burada öğrenme merkezleri vardır. Okullar yoktur çünkü hiçbir kurum ve kuruluş yoktur. Öğrenme her bireyin kendi ilgi ve ihtiyaçları sonucunda ortaya çıkmaktadır. Dolaysıyla kimseye dayatılan zorunlu bir müfredat söz konusu değildir. Herkes kendi ilgi alanına göre istediği eğitimi alır veya hiçbir eğitim almaz. Aynı zamanda ortak yemekhaneler vardır. Buradan bir bedel ödemeden yemek yiyebilirsiniz. Ortak depolardan ihtiyacınız doğrultusunda gidip istediğinizi alabilirsiniz. Dolayısıyla hırsızlık yoktur. İşleri de bireyler olarak kendileri yapmaktadır. Çünkü burada yaşayabilmek için bir düzenin ve iş bölümüm kurulması gerektiğini anlamışlardır. Bu işler pis işler olsalar bile. Bu kısım ise kitaptaki en büyük çelişkiyi yaratmaktadır. Çünkü tamamen bireysellik ve düzensizlik hayalleri ile göç edilen yerde bile düzen kurmak zorunda kalmışlardır. Bunu sağlayan ise üretim-dağıtım eşgüdümü dedikleri ÜDE diye bir kuruluş vardır.  Bu burada insanların hangi saatte neyi yapması gerektiği bir çizelge oluşturmuştur. Peki böyle bir sistemde herkes buna uymak zorunda mıdır? Tabi ki değildir ve uymayanlar da vardır. Fakat bu işleyişe hayatta kalabilmeleri için uymak zorunda olduklarını anlamışlardır. Uymayanlara ceza yoktur çünkü yasalar yoktur. Fakat toplumsal bir dışlanmaya maruz kalmaktadırlar. Yemekhanelerden yemek yiyemezler. Ve böylece dağlık kırsal bölgelere giderek istedikleri gibi kendi kendilerine orada yaşayabilirler. Fakat Anarres gibi verimsiz, çorak bir gezegende kötü koşullarda hayatta kalmak oldukça güçtür. Ve dolayısıyla bunu pek çok kimse tercih etmemektedir.  Yaşayabilmeleri için diğer bireylere dolayısıyla oluşturulan düzene uymak zorunlu hale gelmektedir. Görüyoruz ki anarşizm içerisinde bile bir düzen söz konusudur.  

Anarres ile Urras arasında pek fazla etkileşim yoktur. Sadece yılda yaklaşık sekiz kez gelip Anarres’ten petrol bakır gibi değerli madenleri alıp bunların yerine bazı tohumlar ve temel ihtiyaçlarını karşılamak için bazı malzemeler vererek takaslar gerçekleşmektedir. Bu gemiler pek hoş karşılanmamaktadır. Ayrıca bu gemiler vasıtasıyla bazı mektuplaşmalar da sağlanmaktadır fakat bu durum pek kısıtlıdır. Aslında halkların da birbirinde pek haberleri yoktur. Sadece önyargılar ve duyumlar ile birbirlerini tanımaktadırlar.

Cinsiyetler 

Anarres’te herhangi bir cinsiyet eşitsizliği yoktur. Dolayısıyla herkes her işi yapabilir. Burada en sevdiğim kısımlardan birisi “kadınlar daha zayıf iş gücü nasıl eşit olabilir” dendiğinde, “kadınlar daha dayanıklıdır ve dolayısıyla daha fazla çalışabilir ve işi bitirirler” deniliyordu. Bu ise gerçekten de bir eşitlik kavramını ortaya koyuyordu. Urras’ta ise tam zıttı bir durum vardı. Kadınlar erkeklere sunulacak bir cinsel objeydiler. Vera gibi bazı kadınlar bunu kendilerine silah edinmiş ve erkekler üstünde bunu kullanabiliyordu. Ursula K. Leguin feminizmi övmüş olsa da bunun da dengesini kurmuştur. Örneğin baş karakter erkek iken Anarres’in kurucusu Odo kadındır.

Duvarlar ve Hapishane

Yazar kitaba duvarlar ile başlayıp yine en sonunda duvarlardan bahsederek bitiriyor. Peki gerçekten de duvarlara gerek var mıdır? Bu doğrultuda baktığımızda duvarlar ile hapishane kavramını birlikte ele almamız gerekir. Evet, Anarresliler hiçbir zaman hapishane ile tanışmamışlar fakat duvarlar onlara bir nevi toplu hapishane görevi görmüştür. Duvarlar dışarıdakileri içeri salmayan ve içeridekileri de dışarı bırakmayan bir yapıdır. Aynı zamanda duvarlar korkuyu temsil etmektedir. Dışarısı çok tehlikeli ve korunulması gerektiği vehmini oluşturmaktadır.

 Bu duvarların kurallarını kim yıkıp geçerse hain ilan edilmekte, özgürlüğün, değişimin ve yeni keşiflerin önü kesilmektedir.

Genel olarak bu duvar kavramını incelediğimizde Shevek’in bu duvarları hem fiziki hem de ideolojik olarak zaman projesi ile yıkmak istediği ve içindekileri de özgürleştirme çabası içinde olduğunu görebiliyoruz.

Ütopya ve Distopya

Bu gezegenlerden hangisi ütopya? Veya böyle bir şey söz konusu mudur? Bu soruların cevabını en iyi yazarın kendi dilinden ve düşüncelerini yazıma aktararak anlatabileceğimi düşünüyorum. Şöyle ki yazar bir söyleşisinde “Siyasi pek çok ütopya kitabı var. Ve bundan da çok distopya kitabı var. Fark ettim ki anarşist bir ütopya yok. Bu yüzden anarşist bir ütopya yaratmak istedim.” Görüyoruz ki eğer yazar anarşist bir ütopya yaratmak istiyorsa, Anarres gezegeni ütopya olmaktadır. Bu durumda da distopya Urras olmaktadır. Fakat şöyle bir ek de yapmak isterim; baktığımız yere göre bu kavramlar değişiklik gösterebilir. Örneğin Urras’takilerin Anarreslilere baktığı gibi veyahut tam zıttı...

Anarşizmin Anarşik Olmayan Yapısı

Kitapta anarşizme yani Anarrese açık bir eleştiri vardır. Şöyle ki Anarres’in kurucusu Odo “Değişim özgürlüktür, değişme yaşamdır” demekteydi. Fakat artık Annares’te değişim yoktu. Toplum hastalaşmıştı ve tamamen var olan düzeni korumak üzerine yoğunlaşmışlardı. Ki bu da anarşizmin felsefesine tamamen zıttır. Özgürlük için eğitim yapılması gerekliydi. Kurumsal otoriteye karşı olduklarından dolayı okullar tamamen kaldırılmıştı ancak verilen eğitimler daha katı ve daha otoriterdi. Ayrıca Odo’nun sözleri Tanrı’nın sözleriymiş gibi çocuklara ezberletilmekteydi. Yani insanın Tanrısallaşması söz konusudu. Her şey bireysel vicdan ile yapılıyormuş gibi görülse de bu aslında böyle değildi. Çünkü toplumsal vicdan bireysel vicdanı baskı altına almıştı. Yani bireyler dışlanmamak için özgürlüklerinden vazgeçerek kendilerine adeta emredileni yapmak zorunda kalıyorlardı.   Bir diğer eleştiri ise eşgüdümü sağlayan ÜDE devletleşmiş bir mekanizma gibi çalışmaktadı. Yazarın şu sözlerine de bu kısımda yer vermek istiyorum “Devrimi satın alamazsınız, devrimi yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir.”

Sonuç olarak hem kapitalizmin hem sosyalizmin hem de anarşizmin eleştirileri yapılmaktadır. Kitap bize temelde anarşizm gibi düzensizliği temel alan bir yapıda bile bir düzene ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor. 

Dil

Kitabımızda dil konusuna büyük önem verildiği açıkça görülmektedir. Urras’ta Nioca diye bir dil varken Anarres’te Pravca diye bir dil vardır. Anarres’te yani Pravcada -ki bu dil bir bilgisayar tarafından yaratılmıştır- “benim, senin, onun” gibi kavramlar yoktur. Sırf buradan bile Anarres’lilerin hayata bakış açılarını ve yaşam biçimlerini görebiliyoruz. Sadece bunlar da değil hiçbir mahlas unvan veya bir statü de yok. Bu yüzdendir ki Shevek’e Urrasta doktor diye hitap ettiklerinde buna çok şaşırıyor ve başlarda bunu benimseyemiyor.

Zaman Teoremi

Romanımızın baş karakteri Shevek adlı ünlü bir fizikçidir. Bu fizikçi Anarres’te yaşamakla birlikte buradaki bazı şeyleri kabul etmemekte ve muhalif olmaktadır. Bu fizikçinin bir projesi vardır. Kitapta iki farklı zaman teoremi ile karşılaşıyoruz. Bunlardan ilki Shevek ve Sabul’un birlikte yazıp enstitüye verdikleridir. Fakat aslında olan zaman teoreminin sahibi Shevek’tir. Shevek bu teoride var olan iki farklı teoriyi birleştirerek ortaya apayrı bir şey çıkarmak istemektedir. Aslında tüm olaylar silsilesi de bunun etrafında geçmektedir. Bunu kısaca şu an ki bilim insanlarımızın Newton Fiziği ile Kuantum Fiziği’ni birleştirmeye çalışması gibi örneklendirebilirim.

Bu proje maddenin uzayda bir yerden başka bir yere aynı anda taşınmasıdır. Aslında her şey bunun üzerinde kurulmaktadır. Shevek projesini ve çalışmalarını toplumuna anlatıp karşılık bulamayınca Urras’taki bilim insanları ile paylaşmış ve onlardan davet almıştır. Bugüne kadar kimse Urrasa gitmemiştir ve bu toplumlar arasında bir ilktir. Urras’takilerin davetteki amacı, projeyi kendi ülkerinde kendi ideolojik çıkarları için kullanmak iken; Shevek’in  gitme isteği kendi gezegeni ile Urrastakiler arasında önyargıları kaldırmak ve herkese daha adaletli ve daha iyi bir yaşam sağlamaktı. Ancak Shevek Urras’lıların asıl amaçları fark edince bu projeyi tam olarak ortaya çıkarmamaktadır.  Bu kısımda Christopher Nolan’ın “İnterstellar” filmini bu örneklemeler ve bu teoremi biraz anlayabilmek açısından önermek istiyorum.

İkircikli Yapı

            Yani düalist olgular. Bunu kitabımızda sık sık görebiliyoruz. Zaman olgusu bir ikircikli yapıdır. Eşzamanlı ve ardışık olması. Aynı zamanda Shevek ‘in her iki dünyada da bunlara hem saygı gösterip anlamaya çalışması hem de eleştiriler yöneltmesi böyledir. Duvarlar kavramı da hem içeride tutma hem de dışarıya salmamak anlamında ikirciklidir. Urras’ın ve Anarres’in hangisinin birbirinin uydusu olduğu da böyledir. Görüyoruz ki kitap neredeyse baştan sona bu ikircikli yapılar üzerine kurulmuştur. Bunlardan hangisinin taraftarı olursak olalım objektif olarak bir inceleme yapıldığından bunların çok güzel bir dengede olduğunu ve yazarın bunu tasarlarken daha baştan bunların dengesinin oluşturulduğu göze çarpmaktadır.

Son Söz

Yazarımız dil, olay örgüsü, zaman, karakter ve en önemlisi de karakter gelişimi olarak çok güzel bir şekilde kurgulamıştır. Dolayısıyla kitaptan zevk almak için kitabının sonunu merak etmenize gerek kalmıyor ve kitabın bütününden zevk alıyorsunuz. Kitabın dili çok akıcı ve anlaşılırdı. Kitabın ilk sayfalarına koyulan ve gerçekten de kitabın anlaşılması açısından büyük önem arz eden Anarres ve Urras gezegenlerini tanıtan çizimler çok önemliydi. Ayrıca her bölümler arasında Anarres ve Urras arasında sürekli bir geçiş hakimdi. Kitabı birer bölüm atlayarak sadece Uras veya sadece Annarres’i okunmanızda mümkün. Böylece bir filmin iki bölümü gibi okuyabilirsiniz.

            Kitabı ve dolayısıyla yazarın düşüncelerini çok beğendim. Bazı yerlerinde yukarıda da belirttiğim gibi aşikâr eleştiriler vardı. Bunun yazar da farkında ve kendi kendine veya kendi sistemine de eleştiri yapmaktadır. Kitabın dil ve akıcılık olarak ilerleyişi çok güzeldi. Okunmasını tavsiye ederim.                                                                


Sayfayı Paylaş :