HESABIM
GİRİŞ YAP

Hoşgeldiniz! Hesabınıza buradan giriş yapabilirsiniz.



Yardım
ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.



2. Sınıf öğrencimiz sevgili Hakan Aslan'ın Orhan Pamuk'un "İstanbul Hatıralar ve Şehir" adlı eseri üzerine kaleme almış olduğu kitap kulübü makalesini sizlerle paylaşıyoruz.

BİR ŞEHİR VE ANILAR YOLCULUĞU

Orhan Pamuk'un "İstanbul: Hatıralar ve Şehir" adlı eseri, İstanbul gibi büyük bir şehri benzersiz bir anlatım tarzıyla önümüze sermiş. Pamuk, bu eserinde sadece bir şehrin tarihi ve kültürel dokusunu ele almakla kalmamış, aynı zamanda kişisel hafızasını ve kimliğini de keşfe çıkmıştır diyebilirim. Bu yönüyle, "İstanbul" sadece şehir betimlemesi yapan bir kitap değil, aynı zamanda bir kimlik arayışı ve anılarla dolu bir yolculuk da. Bu kimlik arayışına değinmiş iken konuyu biraz daha açmak isterim. Orhan Pamuk'un, kitabında paylaştığı kişisel anılar, yazarın kendi kimlik arayışına dair önemli ipuçlarını önümüze sermiştir. Romanda, Pamuk çocukluk ve gençlik yıllarına dair anılarını paylaşırken aynı zamanda bu anıları üzerinden şehre ve kendi geçmişine dair düşüncelerini de aktarmakta. Kitapta İstanbul'un çeşitli semtlerindeki evlerinde geçirdiği zamanlardan, ailesinin ve çevresindeki insanların yaşamlarına kadar çeşitli detayları paylaşarak anlatımına güzel bir renk katmış diyebilirim. Bu anılar, yazarın şehre ve şehirdeki değişime karşı ilk izlenimlerini ve duygularını yansıtmıştı. Aynı zamanda, Pamuk'un ailesine ve köklerine dair düşüncelerini ve ilişkilerini de kitapta görmek mümkün. Bu anılar, yazarın kendi kimliğini ve aidiyetini anlama çabasını ve şehirle olan derin bağını gözler önüne sermiş. Ayrıca Pamuk, kitap boyunca kendi anılarını şehrin tarih ve kültürüyle harmanlayarak anlatıyordu. Bu anlatım tarzı, yazarın kişisel hafızasıyla şehrin hafızasının nasıl etkileşim halinde olduğunu ve bu etkileşimin kimlik oluşumunda nasıl bir rol oynadığını da bize göstermekte. Bu şekilde, Pamuk'un; romanında, kendi geçmişiyle şehrin geçmişi arasındaki bağlantıyı kurarak hem kendi kimliğini hem de şehrin kimliğini anlamaya çalışmış olduğunu söyleyebilirim.

Yazımın başında, 'İstanbul'; sadece şehir betimlemesi yapan bir kitap değil, aynı zamanda bir kimlik arayışı ve anılarla dolu bir yolculuk da" demiş olmamın, kitaptaki eşsiz ve mükemmel sayılabilecek betimlemeleri göz ardı ettiğim anlamına gelmesini istemem. Orhan Pamuk'un şehre dair yaptığı betimlemeler, kitabın en etkileyici ve güçlü yanlarından biriydi hatta. Kitapta geçen ve bence en etkileyici betimlemelerden bazıları da şunlardı:

Boğaziçi: Boğaziçi'nin güzellikleri ve suyunun renkleri, Pamuk'un dilinde büyüleyici bir şekilde canlanmış, Boğaziçi'ni bir metafor olarak kullanarak İstanbul'un geçmişiyle bugünü arasındaki geçişleri ve çatışmaları anlatmıştı. Ayrıca Boğaziçi'ni sadece coğrafi bir bölge olarak değil, aynı zamanda şehrin tarihinde, kültüründe ve insanların hayatlarında önemli bir yere sahip olan bir sembol olarak ele almıştı. Yazar, bahsi geçen mekânı öyle etkileyici bir şekilde betimlemişti ki, adeta Boğaziçi'nin suyunun mavisini, kıyılarındaki yapıların ve yeşilliklerin canlılığını hisseder gibi oluyordum. Ayrıca Boğaziçi'ni sadece görsel bir deneyim olarak değil, aynı zamanda duygusal bir deneyim olarak da aktarmıştı. Manzarası, kimilerinde huzur verici bir his uyandırırken, kimilerinde ise derin bir özlem ve nostaljiyi tetiklediği de eserde değinilen noktalardan biriydi. Bu betimleme, oranın sadece bir coğrafi bölge olmadığını, aynı zamanda şehrin ruhunu ve insanların hayatlarını etkileyen önemli bir sembol olduğunu da açıkça göstermişti. Şehirle denizin, tarihin ve günlük hayatın iç içe geçtiği bir portreyi gözler önüne seriyordu. Boğaziçi'nin sessizliği ve sakinliği, şehrin gürültüsü ve karmaşasıyla birleşerek büyük bir tezatlık oluşturuyordu ve okudukça insanı kendine daha da çeken bir tezatlıktı bu. Pamuk, işte tam olarak bu tezatlığı vurgulayarak şehirdeki özel ve ayrıcalıklı konumunu ortaya koyuyordu. Ek olarak Boğaziçi'nin güzelliği ve tarihi önemi üzerine yapılan bu detaylı betimleme, Pamuk'un İstanbul'a duyduğu sevgi ve saygının bir yansımasıydı da bence. Yazarın gözünden Boğaziçi, sadece bir coğrafi bölge değil, aynı zamanda bir kültür mirası, tarihi bir belge ve insanların duygusal bağlarını şekillendiren bir sembol olarak karşıma çıkmıştı. Sonuç olarak, yazarın asıl amacının sadece bir manzarayı betimlemek değil, aynı zamanda şehrin ve insanların kimliği üzerinde derin etkilere sahip olan önemli bir sembolü anlamaya yönelik derin bir keşif yolculuğu yapmaktı diyebilirim.

Kar Yağışı: Kitapta geçen kar yağışı betimlemeleri, Pamuk'un dilinin gücünü ve duygusal derinliğini belirgin bir şekilde ortaya koyuyordu. Kar yağışı betimlemeleri oldukça etkileyici ve derinlemesine bir anlatıma sahipti. Pamuk, kar yağışını sadece fiziksel bir olay olarak değil, aynı zamanda şehirdeki insanların duyguları ve hafızasıyla da ilişkilendirerek anlatmıştı. Kar yağışını şehir üzerinde yarattığı etkiyi detaylı bir şekilde anlatarak başlamış ve karın önce şehrin uzak semtlerinde, ardından şehir merkezinde yavaş yavaş yağmaya başladığını, kar taneciklerinin şehrin üzerine düşüşünü ve her düşüşte şehrin beyaz örtüyle kaplanmasını ayrıntılı bir şekilde betimlemişti. Bu betimleme, karın sakin ve huzurlu bir atmosfer yarattığını iliklerime kadar hissettiriyordu. Kar yağışının şehirdeki etkilerini anlatırken aynı zamanda insanların kar yağışına nasıl bir tepki verdiğini de aktarmıştı mesela. Eserde geçen "Bazı insanlar için kar, nostaljik anıları canlandırırken, bazıları içinse günlük hayatlarını olumsuz etkiler. Bu duygusal ve pratik yönler, kar yağışının şehir ve insanlar üzerindeki etkilerini derinleştirir." cümlesi, bu söylemimi açıklar bir nitelikteydi. Ayrıca, kar yağışının şehirde yarattığı sessizliği ve sakinliği de vurgulamıştı. "Sokaklar ve meydanlar boşalmış gibi görünürken, karın yumuşak ve sessiz dokunuşuyla şehir adeta bir başka dünyaya dönüşür" tarzında tatlı bir cümleye de kitapta yer vermişti mesela. Dediğim gibi bu betimleme, karın doğaüstü ve büyülü bir atmosfer yarattığın hissettiriyordu. Kitapta geçen kar yağışı betimlemesi, sadece bir doğa olayını değil aynı zamanda şehir ve insanlar üzerinde yarattığı duygusal ve hafıza odaklı etkileri derinlemesine anlatarak, şehrin büyüleyici atmosferini ve yazarın duygusal derinliğini çarpıcı bir şekilde aktarmıştı.  

Son olarak da kitapla alakalı, olumsuz yönde eleştirebileceğim noktaları birkaç başlık altında açıklamak istiyorum:

Yazarın Öznel Bakışı: Kitap, Orhan Pamuk'un kendi deneyimlerinden ve bakış açısından şekillendiği için, bazı okuyucular tarafından şehrin ve tarihin objektif bir portresi yerine, yazarın kişisel bir anlatısı olarak görülebilir. (Ki bu eserin, bireysel eleştiri temelli bir eser olduğunu ele alırsak bu durum bence gayet normal)

Belirli Bir Kesime Hitap Etmesi: Kitap, özellikle İstanbul'a ve Türkiye'nin kültürel yapısına aşina olan okuyuculara daha fazla hitap etmekle beraber bu ortamı ve yaşantıyı bilmeyen insanların kitabı tam olarak hissedemeden okumasına yol açabilir kanaatindeyim. Ayrıca bu durum, kitabın evrensel bir okuyucu kitlesine hitap etme potansiyelini de sınırlayabilir.

Yazarın Kendi Kimliğiyle İlgili Aşırı Odaklanması: Kitapta Orhan Pamuk'un kendi kimlik arayışı ve İstanbul'a duyduğu özlem, yer yer aşırı vurgulanmış veya tekrarlayıcı olabilmekteydi. Bu durum, kitabın genel dengesini veya çeşitliliğini olumsuz yönde etkiliyordu.

Dilin Ağırlığı: Yazarın kullandığı dilin yoğunluğu ve edebi anlatımının karmaşıklığı, kitabın anlaşılır olabilmesi açısından sıkıntılara neden olmuştu. Bence bu durum, kitabın genel erişilebilirliğini azaltan etkenlerden biri olabilir.

Bu değindiğim noktalar, kitabın genel değerlendirmesini etkileyebilecek unsurlardır ve farklı okuyucuların kitap hakkındaki görüşlerinde önemli bir rol oynayabilir. Ama elbette ki bu son saydıklarımın, kitabın genelinde hâkim olan o büyüleyici atmosferin içinde yok olduğunu da söylemeliyim. Gayet başarılı ve iz bırakıcı bir eserdi.

Sayfayı Paylaş :