HESABIM
GİRİŞ YAP

Hoşgeldiniz! Hesabınıza buradan giriş yapabilirsiniz.



Yardım
ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.



Fatma Nur Soyyiğit

PARADİGMALAR ÇATIŞMASINDA İNSAN VE DEVLET

Daryush Shayegan, 24 Ocak 1935 tarihinde Tahran’da dünyaya gelmiştir. Farsçanın yanında Fransızca, İngilizce, Rusça, Türkçe ve Gürcüce de bilmekteydi. Üniversite eğitimini Paris’te Sorbonne Üniversitesi’nde tamamladı. Yıllarca ülkesi dışında yaşamış ve İslam Devrimi sırasında da yurt dışına gitmek zorunda kalmıştır. 22 Mart 2018 tarihinde de hayata gözlerini yummuştur. Gözlerini yumduğu bu hayata değerli eseler bırakmış ve doğu batı arasındaki ilişkileri, insanların tutumlarını, modernizasyonun kültürleri ve coğrafyayı nasıl etkilediğini ve nasıl tepkiler gösterdiğini irdelemeye çalışmıştır.

Okuduğumuz bu kitap Daryush Shayegan’ın Metis Yayınları’ndan çıkmış ve 193 sayfa olan “Yaralı Bilinç/Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni” kitabıdır. Haldun Bayrı’nın çevirisini yapmış olduğu kitap, akıcı ve anlaşılır bir şekilde yazıya geçirilmiş. 4 bölümden oluşan kitapta; birinci bölümde “çatlama”, ikinci bölümde “ontolojik uyumsuzluk”, üçüncü bölümde “çarpıklıkların alanı” ve son bölümde ise “çarpıklıkların toplumsal zemini” irdelenmeye çalışılmıştır.

Aydınlanma çağı ile beraber Avrupa’da bir hareketlilik başlamıştır. Bu Aydınlanma çağının ön lokomotifini coğrafi keşifler oluşturmuş ve sırasıyla Rönesans ve Reform hareketler gelmiştir. Dinin etkisinde hem maddi hem manevi yaptırımları olan kilisenin gücünden, günümüzdeki seküler ya da laik diyeceğimiz devletler bu aşamaya kolaylıkla gelmemişlerdir. Zaman içerisinde değişen ve uzun bir sürece yayılan bu durum yaklaşık 400 yıl sürmüştür. Avrupa ile sınır komşusu olan Osmanlı Devleti bu yeniliklere “geç kalmış” olduğunu sonraları fark etse de bu fark ediş İran’dan yüz yıllar önce olmuştur.

Orta çağ öncesi krallar yönetme erkini meşrulaştırmak için tanrıdan aldıklarını söylemekteydiler. Buna örnek olarak Kut anlayışı ya da Kral Şarlken’in papa elinden taç giymesi örnek verilebilir. Fakat Avrupa’da karanlık çağ yaşanırken İslam dünyası aydınlık çağını yaşamıştır. Almanya’da başlayan büyü bozumu ile metafiziğin yerini akıl almış ve rasyonelite ortaya çıkmıştır. Büyü bozumunun gerçekleşmesi ile doğa bilimlerinin önü açılmış, yeni ilimler ve bilgilerin ortaya konmasına yol açmıştır. Bu durum ile ilgili Shayegan önemli bir analiz gerçekleştirmektedir: “Batı bilimi Hıristiyan teolojisinin sekülarizasyonudur.”  Doğu dünyası ise metafizik ögelerini inanışları ve yaşayış biçimleri gereği bırakamamışlardır. Hatta kitapta da şu şekilde geçmektedir. “Nefsini unutma ve vecd derecesinde Tanrı sarhoşu olan bizler, yer yüzünü, insanı ve sanat eserlerini Tanrı’nın zaferinin silinmez işaretleri haline gelirdik. Tanrı’nın tüm sıfatları, adları, tezahürleri ve kaprisleri önce titizlikle deftere düşüldü, sonra da değişmez dinsel kaideler olarak donduruldu. Tanrı’nın tüm fantezilerini araştırdık, esrarını deşifre ettik, gizli anlamlı dilinin hiyeroglifimsi kodlarını çözdük… Gündelik hareketlerimizdeki titiz ritüeli ilahi kaprislere göre ayarladık. Her hareket ayine dönüştü, her söylem Tanrı kelamının kutsanmasına. Bunu, yaşam tarzımızla öylesine mükemmelce bütünleştirmiştik ki özel alan ile ilahi alanı ayırt edememeye başlaşmıştık. Böylece bizim, ilahi alanın tuzağına düşmemiz kadar, ilahi alan da bizim muamelelerimizin kurbanı oldu.” İlahi alan ile gündelik yaşamın bir araya geçtiği bu devletlerde Avrupa’nın teknikte ileri geçmesi ile kurmuş oldukları düzene doğu devletleri önceleri uyum sağlayamamışlardır. Pek çok devletten kitapta örneğini bulabiliriz lakin ben Çin üzerinde durmak istiyorum. Avrupa bilim ve teknikte ilerledikten sonra pek çok ürün ortaya koymuşlardır. Batı’ya göre fethin ilk aşaması dini yaymaktır. Çin’e giden misyonerler önce ürettikleri sihirli buluşlarını göstererek Çinlileri etkilemişlerdir. Bu etkilemeden sonra dini yayma faaliyetlerine girmişlerdir. Fakat bir süre sonra Çinliler bu durumu fark etmiş ve kendilerini bu misyonerlere karşı koruma altına almıştır. Misyonerleri ülkelerine gönderdikten sonra kapalı bir toplum yapısına bürünmüşlerdir fakat teknik kısmı almışlardır. Buradan da Shayegan İslam toplumlarında benzer durumun yapılamamasını hakkında haklı bir soru sormuştur. “İslam, Avrupa’yı reddetmek yerine, bazı Asya halkları gibi söz konusu Avrupa’yı özümlemek ve belki de aşmak amacıyla alçakgönüllü bir öğrenim devresini niçin kabul etmez?”

Böylelikle iki arada kalmış (modernlik ve geleneksel) toplumlarda hangi tarafa ait olduğunu bilemediği bir şizofreni oluşur. Bir bakıma “kültürel şizofreni” devletlerin içinde bulundukları paradigmalar ile zamanın getirdiği paradigmaların çarpışması sonucu ortaya çıkan bir kavramdır. Kültürel Şizofreni’nin oluştuğu bir toplumlarda bilinç de sağlıklı işlemez sanıyorum ki kitabın isminin “Yaralı Bilinç” olması da buradan kaynaklanmaktadır. Zamana ayak uyduramamış toplumlarda geç kalınmış bir bilinçten daha kötüsü zamana geç kalınmış bir toplumda farkındalık kazanan insanların içinde bulundukları topluma bir ayna yansıtırken bunun kişilerce beğenilmeyip yok sayılması ve kulak kapatılmasıdır. Shayegan da da benzer bir durum olmuştur. 1978’li yıllardan ülkesinden kaçmak zorunda kalmıştır. Ona göre bu durumun yaşanması tersten batılılaşmadır. Bu yeniliklere ayak uyduramayan devletler çeşitli entegrizm geliştirmektedirler. Kanımca İranlıların da yapmış olduğu İslam Devrimi dünyada değişen zamana göre oluşturmuş olduğu bir direnç sistemidir.

Doğu toplumları geçmişte çok farklı işler başarmış ve bununla beraber dinsel tapındığı Tanrı ya da Tanrı’larına çeşitli görkemli binalar inşa etmiş, her şeyi yaptıklarını düşünerek bir zamansızlığa girmişlerdir. Bu kitapta “tarihte tatil” olarak açıklanmaya çalışılmış. Bana göre ise bu toplumlar zamanın dışında kendilerine manevi alanlar yaratarak zamansız toplum oluşturmuşlardır. Zi Gung’un hikayesinde çiftçinin makineyi kullandığı zaman makineleşeceğini düşündüğünü görürüz. Bu düşünceye benzer düşünceler Müslüman toplumlarda da vardır ve yenilik korkusu bulunmaktadır. Eleştirmekten ve yaşayış tarzlarına farklı gelen toplumlar bu yeni şeylere karşı maniheist bir anlayışla yaklaşılmaktadır. Yani olgular iyi kötü ile ayrılarak tehditleri düşman diye atfederek bu olgulara karşı birlik sağlamayı amaçlamaktadırlar. İran’ın en kötü düşmanı günümüzde ABD’dir. Ve ABD dahil Avrupa toplumlarını ahlaksız olarak nitelenmektedir. İslam Devrimi’nin yaşanması Soğuk Savaş yıllarında geçerli olan kapitalizm ve komünizm anlayışına karşı bir sistem olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Dinin devlet işlerinden ayrılması ya da yeni düzenin getirmiş olduğu kavramlar ve haklar; örneğin, meclisin olması, kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması gibi olgular İran’da Şah zamanında hayata geçirilmeye çalışılsa da yaptığı bu çalışmalar entegristler tarafından İslam Devrimi ile sonuçlanmıştır. Günümüzde de ruhban sınıfının yönettiği kapalı bir toplum olarak varlığını sürdürmektedir. Zaman zaman ayaklanmalar görülse de bu ayaklanmalar bastırılmaktadır. Shayegan’ın deyimiyle “Modernliğe “geç kalmış” olmasıyla durum daha da vahimleşmektedir. Modernlik, böyle yaşandığında bilinci aydınlatmak yerine bulanıklaştırmaktadır. Üstelik bilinç, hala gönül gözüyle görme paradigmasının etkisi altındadır.” Bilinç, modernliğin başında tarihsel değişimlere ayak uydurabilseydi bu durumda olmayacaktı. Örneğin Osmanlı modernleşmesi 1700’lü yıllarda kaybedilen savaşlarda ortaya çıkan gerileme sayesinde tespit edilmiş ve ilk yenileşme hareketleri askeri alanda gerçekleşmiştir. Daha sonra sırasıyla 1808, 1839, 1856, 1876, 1909, 1921, 1924, 1961, 1982 ve 2017 yılları önemli süreçlerin tarihini oluşturmuştur. İran’da ise geç kazanılan bu farkındalık farklı olaylara sebep olmuştur.

Kültürel şizofreni yaşayan toplumlardaki insanlar yabancılaşmaya başlamıştır. Ayrıca kişilerin kendi benlikleri ile toplumdaki benlikleri çatışarak ikircikli yapılar oluşmuş ve bunun tabii sonucu olarak şizofreni gerçekleşmiştir. Modern anlayış ile geleneksel anlayışın karşı karşıya gelişinde yamalama durumları oluşmuştur. Bu yamalama ya eski zemin üzerine yeni söylemler eklenerek ya da yeni zemin üzerine eski söylemler eklenerek yapılmaya çalışılmıştır. Tabii yine bu yamalama faaliyetleri bir toplumu oluşturan dinamiklerin sağlam olmamasına sebep olmuştur. Yine Shayegan’a göre bu dinamiklerin sağlam olarak inşa edilmesi için altyapının değişmesi değil alt üst olması gerekmektedir.

Bir başka dikkat çekmek istediğim nokta ise cinsiyetin (kadın) bastırıldığı noktadır. Kadınlar ya ulaşılması gereken, dul, Hz. Fatma ya da militanlaşan Zeynep figürüne ulaştırılmaya çalışılmıştır. İran’daki kadın araştırmaları yaparsak eğer karşımıza kadınların İran’da okuma yazma oranın bir hayli yüksek olduğuna karşın kadınların ordudaki yeri geçen her zamanda artmaktadır. İran Hükümeti kadınlara özel ordu kurmuş ve bunu kontrol etmektedir. Ayrıca Fransız Devriminde kadınların eşitlik, yurttaşlık gibi haklar doğrultusunda öncü olduklarını görürüz. İslam Devrimi’ne kadınların da büyük bir desteği vardır fakat Şah dönemi ve Humeyni dönemi karşılaştırıldığında bu hakların azalıp, artması konusunda yoğun tartışmalar yapılmaktadır.

Kimlik, insanların kendini açıklamaya çalışmasının adıdır. Shayegan’da kitapta “Açıkçası ben neredeyim?” diyerek kendini konumlandırmaya ve anlamaya çalışmıştır. Kimliğin oluşumundaki en önemli faktörlerden birisi de “benlik”tir. Shayegan doğu batı arasında kalmış toplumlardaki arada kalmış benliklerin oluşumunu hatta karmaşıklığı anlatılmıştır. Kültürel şizofreni yaşayan toplumlardaki kişiler ya da toplum kimliği de bu karışıklıkta kalmıştır. Lakin bu geç kalınmışlığa rağmen süreç içerisinde bir “İran Kimliği” oluşturulmuştur. Shayegan; entelektüeller ve teknokratlar ile ilgili olarak kültürel klostrofobi yaşadıklarını söylemektedir. İki arada kalan bu kimseler özgün bir şey yaratamazlar ve kısır bir döngü içerisindedirler.

Son olarak tüm mevzuların hepsini toparlayacak olursak karşımıza Herakleitos’un sözü çıkmaktadır: “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” Bu yüzden gelişen ve değişen zamanda değişim karşısında, kanımca direnmek; yok olmayı istemektir. Farklılaşan koşulları kendi sisteminize çevirmeden, öğrenmeden, sorgulamadan reddetmek ya da kabul etmek bazen kısa zamanlı bir çözüm olsa da uzun zamana bakacak olursak büyük bir sorunun temelini oluşturmaktadır.  

Sayfayı Paylaş :