HESABIM
GİRİŞ YAP

Hoşgeldiniz! Hesabınıza buradan giriş yapabilirsiniz.



Yardım
ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.



Aynur Ülger

YÖNTEM ÜZERİNE KONUŞMA

 

Yazımızı iki ana bölüm halinde ele alacak olup, ilk bölümde eserin incelenmesinin daha sağlam temellere dayanarak yapılabilmesi adına Descartes’ın hayatına ve felsefesindeki temel kavramlara yer verilecektir. İkinci bölümde ise Yöntem Üzerine Konuşma eseri bölümlere ayrılarak incelenecektir.

 

Descartes ve Felsefesine Dair

 

Modern felsefenin kurucusu olarak tanıdığımız René Descartes, 31 Mart 1596 tarihinde Fransa’da dünyaya gelmiştir. Öğrenimini Fransa’da La Fléche Cizvit okulunda sürdürmüştür. Eğitim hayatında hissettiği tatminsizliğinin etkisiyle birlikte 1617 yılında askerliğini yapmaya karar vermiştir ve bu süreçte felsefesinin temellerini oluşturacak yöntemini inşaa etmeye başlamıştır. Ordudan ayrılmasının ardından Hollanda, Almanya gibi pek çok farklı ülkede zihin dünyasını besleyecek seyahatlerde bulunmuş ve çok çeşitli çevrelerin içerisinde bulunmuştur. 11 Şubat 1650’de ise İsveç’te kötü iklim koşulları nedeniyle yakalandığı rahatsızlıktan ötürü hayatını kaybetmiştir.

 

Descartes’ın felsefede yönteme bağlı kalmasının ve inşaa ettiği yöntemin amacı, bizi hakikate ve özgürlüğe ulaştıracak bilgilere giden bir yol çizebilmektir. Bu anlayış sayesinde Descartes ile birlikte varlık odaklı felsefeden bilgi odaklı felsefeye geçişin ilk adımları atılmıştır. Böylece Descartes modern epistemolojinin kurucusu olmuştur. Klasik felsefede eski daima meşru ve doğru olma olasılığını gösterirken; Descartes’ta modernite fikrine uygun olarak eski olan şüpheli yeni olan ise üstün sayılmıştır.

 

Descartes metafizikle oldukça meşgul olmakla birlikte kendisi öncelikle bir matematikçidir. Onun amacı matematik metodunu evrensel bilime uygulamak ve bunu felsefe metodu haline getirmektir.[1]  (Cevizci 2010: 230) Descartes felsefesinde kesin bir bilim yapabilmek amacıyla matematikteki metodu metafiziğe uyarlamıştır. Yani temel ve az sayıda önermeden hareket ederek tümdengelim yoluyla ilerlemeye çalışacaktır. Tanrı’nın varlığı, ahlak kuralları, akıl yürütmenin ilkeleri gibi birçok felsefi problem için adım adım çizdiği yolu da felsefesinde bu sistemle göreceğiz.

 

Descartesçı felsefeyi anlayabilmek için ilk önce Descartes’ın şüphe kavramına eğilmemiz gerekmektedir. Şüphe sayesinde kişinin amacı şüphe götürmeyen hakikate ulaşmaktır. Yani şüphe, şüpheden kurtulmanın bir aracı olacaktır. Meditasyonlar ve Yöntem Üzerine Konuşma eserlerinde şüpheyi yöntemsel olarak nasıl kullanacağımız açıklanmıştır. Bu sebepten şüphenin temellendirilmesi ilerleyen kısımlarda kitabın bölümleri üzerinden açıklanmaya çalışılacaktır.

 

17. yüzyıl felsefesinde insan ve doğa ilişkisi, ruh-beden ayrımı gibi konular oldukça önemli bir yer tutmaktadır. 16. Yüzyılda doğaya atfedilen kutsallık 17. Yüzyılda git gide azalmış ve doğa bir makine olarak görülmeye başlamıştır. Descartes’ın ifadesiyle o yüzyılda insan kendisini makineleşmiş doğa ile Tanrı arasında bir noktada konumlandırmaktadır. Tanrı tarafından bu makine-doğaya yerleştirilen insan, kendi sahip olduğu tözden[2]  ötürü “düşünerek” dünyayı ve bedenini yönetmektedir. İnsan doğaya böylece hükmetmeye başlamıştır.

Buradan hareketle Descartes’ın kartezyen dualizmi açıklanabilir. Descartes’a göre ruh ve beden birbirinden kesin sınırlarla ayrılmıştır. Zihin, temel özelliği düşünmek olan bir cevher olarak tanımlanmıştır. Sadece insanlar bu cevhere sahip olduğu için hayvanları birer makine olarak kabul etmiştir. Tanrı, ruh ve bedeni olabildiğince birbirlerine yakın olarak yerleştirse de yine de bunlar birbirinden ayrı şeylerdir. Ancak bu ikisinin ayrımlarına rağmen insan organizmasında nasıl birlikte hareket ettikleri Descartes’ın felsefesinde de tam olarak açıklanmamıştır. Günümüz modern psikolojisinde ve sinir bilimde ise Descartes’a bu bağlamda eleştiriler getirilmiş ve nörposikolojik çalışmalar sayesinde zihnin bedene etkisi kanıtlanmıştır.

 

Yöntem Üzerine Konuşma

 

Yazımızda inceleyeceğimiz eserin alt ismi bizlere Descartes’ın felsefesinin amacını da sunmaktadır: -Aklını Daha İyi Yönetmek ve Bilimlerde Hakikati Aramak İçin- Yöntem Üzerine Konuşma. Eserde Descartes’ın amacı kurduğu yöntemin genel geçer bir kabul olarak benimsenmesi değildir. Bir öğreticilik ve kanıksatma iddiasından çok, kendi aklını nasıl daha verimli kullanabildiğini ve bilginin insan zihninde nasıl açığa çıktığını gösterebilmektir.

Eserdeki konuşmalar 6 temel bölüme ayrılmaktadır.

-Birinci bölümde, bilimlere dair temel düşünceler bulunmaktadır.

-İkinci bölümde, yazarın kurmak istediği yöntemin belli başlı kuralları sunulmuştur.

-Üçüncü bölümde, yöntemden çıkarılacak bazı ahlak kurallarına yer verilmiştir.

-Dördüncü bölümde, yazarın zihninin ürünü olarak Tanrı’nın ve insan ruhunun var oluşuna dair deliller bulunmaktadır.

-Beşinci bölümde, bazı fizik sorunlarına dair açıklamalara yer verilmektedir.

-Altıncı bölüm olan son bölümde ise insan ruhunun temelde hayvan ruhundan ne bağlamda farklılaştığı açıklanmaktadır.

 

Birinci bölümdeki anlatıyı incelediğimizde Descartes’ın çocukluğundan eseri ele aldığı döneme kadarki süreçte pek çok kitap okuduğu ve öğrenimini tamamlayıp eğitimliler sınıfından sayıldığı görülmektedir. Ancak kendisi, bu durumun beklenilenin tersine kendisinde birçok kuşku ve yanılgıyla donatılmasına sebep olduğunu söylemektedir. Eğitim hayatını kitaplar ve ezberlerden arındırıp, kendi ifadesiyle hayatını “kendi içindeki ve dünyanın büyük kitabındaki” ilmi aramaya adamıştır. Bu ilim yolculuğu nihayetinde Descartes’ın kendi zihninde  olan biteni incelemesine evrilmiştir.

 

Kitabın ikinci bölümü Descartes’ın yöntemine giriş bölümü olarak sınıflandırılabilir. Yöntem üzerine karşımıza çıkan ve kurduğu sistemin temel noktalarından birisi olan şüphe kavramına şu şekilde giriş yapmıştır: “Şimdiye kadar güvenle edindiğim tüm kanılara gelince, ardından daha iyi başkalarını ya da akla uygun hale getirdikten sonra aynılarını tekrar yerlerine koymak üzere bir kez olsun onlara güvenmeyip bir kenara bırakmaktan daha iyisini yapamazdım.”[3]

Yani, Descartes’a göre felsefe yapmanın temeli şöyle açıklanabilir:

-hayatında bir kez

-tüm nesnelerden

-gücü yettiği kadar şüphe etmek.

 

Descartes günümüz dünyasında olduğu gibi o zamanın dünyasında da kişinin bildiği her şeyden şüphe etmesinin insan tabiatı açısından çok da kolay ve tercih edilebilir bir yöntem olmadığının farkındadır. Bunun tercih edilemeyişinin sebebini ise, bu yola girmeyen insanların iki tür mizaca sahip olmasıyla açıklamaktadır. Bunlardan ilki, kendi akıl ve becerileri konusunda esasında sahip olduklarından daha fazlasına sahipmiş yanılgısına düşen insanlardır. Bu becerilerine olan güvenle yargıya varmakta acele edip düşüncelerini gerektiği şekilde yönetemezler. Hatta bu kimseler Descartes’ın yönteminde savunduğu şekilde kabul ettikleri ilkelerden şüphe etseler dahi, tabiatlarındaki acelecilik, sistemsizlik gibi kusurlardan dolayı hakikate ulaşamayacaklardır.*[4]

 

İkinci tür kimseler ise, akılları konusunda alçak gönüllü kimselerdir. Bu tarz insanlar kendi başlarına doğru ve yanlışı bulma becerilerine güvenmedikleri için, kendi doğrularını bulmak yerine başkalarının görüşlerini izlemeyi tercih edeceklerdir.

 

Kitabın üçüncü bölümüne gelindiğinde Descartes’ın yönteminin ahlak kurallarına değinildiği görülmektedir. Ahlakı sözlerden ziyade davranışlarda aramakta, kişinin yaptıkları üzerinden bir ahlaki değer çıkarmaya çalışmaktadır Descartes. Onun anlayışa göre ılımlı görüşleri benimsemek önemlidir. Eğer bir yolda yanlış uçta durulmuşsa ve bu yanlışlık fark edilmişse, hatanın telafi edilebilmesi ve yolun doğru tarafına daha kolay geçilebilmesi adına, ortada kalmak her zaman daha iyidir. Bu bahiste kısmi ölçüde paralleliklerinden dolayı Aristoteles’in Nikomakhos eserinde temellendirdiği “orta yol” teorisinine değinmek faydalı olacaktır. Aristoteles’ e göre ahlak felsefesinin temel noktası ekstremler arasından ortayı seçmektir. Aşırı derecede fazla ve aşırı derecede eksik olandan kaçınıldığı sürece, iki uç arasında ortada kalınır ve bu da ahlaki açıdan makul olan taraftır. Ancak Descartes’ın ahlak anlayışında ortada olanın doğruluğu; iki uçta olana uzak olmakan değil, ortada olanın istatistiksel doğruya yakın olmasından gelir.

 

Değindiği diğer bir kural ise özetle “doğruluğu kesin olmasa da bir yolda olmak, yolsuz kalmaktan iyidir” şeklinde açıklanabilir. Burada Descartes’ın meşhur orman metaforunu görüyoruz. Ormanda kaybolmuş bir yolcu; rotasız bir şekilde ilerlemek ya da hiç ilerlememek yönünde bir tercihte bulunursa ormandan kurtulması mümkün değildir. Ancak mümkün mertebe aynı yönde yürümek -seçtiği yön rastgele seçilmiş bile olsa- ormanın ortasında kalakalmaktan daha iyi bir sonuç olacaktır. Yani, tesadüfen alınmış bir karar bile kararsızlıktan iyidir ve nihayetinde insanı bir noktaya ulaştırabilir.

 

Descartes son kuralında yapılan işin sürdürülebilmesinin tekrar altını çizer. Bir eylemde sürekliliği sağlayarak kendini, aklını geliştirmeye adar ve ancak bu yöntem sayesinde hakikatin bilgisine ulaşabileceğine inanır. Kişi eğer böyle bir yolda olmazsa kendi arzularını sınırlandırmasının güç olacağını düşünür. İdrakimiz bizlere bir şeyin iyi ya da kötü olması şeklinde bir izlenim verdiğinde, zihnimiz iyiye yönelmek ve en doğru yargıya varabilmek için çabalayacaktır. Bunun sonucunda ise tatmin açığa çıkacaktır. Bu bağlamda Descartes’ın anlama yetisi ve irade bağlantısına da değinilebilir. Descartes’a göre irade apaçık olarak iyi olduğuna kanaat getirdiği bir şeyi kaçınılmaz olarak seçecektir. Burada mesele apaçık olarak iyi olduğuna ikna olacak kadar zihnimizin anlama yetisini kullanmak ve bunun sonucunda eylemlerimizden emin olabilmektir.

 

Eserin dördüncü bölümü kuşkuya dayanan yönteminin nedenlerini ve nasıllarını açıklayarak nihai Tanrı sonucuna nasıl vardığını açıklamaktadır. Descartes üç sebepten dolayı kuşkularında haklı olabileceğini düşünür. Bunlardan ilki duyularımızın sebep olduğu yanılsamalardır. Bir diğeri matematikte -dahi- akıl yürütürken yapılan hatalardır. Sonuncusu ise düşlerdir. Descartes bu “düşler”i Meditasyonlar’da “kötü cin” hipotezi olarak ele almaktadır. Başta da bahsedildiği üzere Descartes’a göre kişinin en büyük düşmanı şüphedir ve felsefesinde amaç şüpheden şüphe ettikçe şüphe edecek hiçbir şey kalmayacak noktaya gelerek kurtulmaktır. Bu hipoteze göre tasarlanan kötü bir cin vardır ve tek derdi kişiyi kandırmaktır. Matematik doğrulardan başlayıp tüm önermelere varıncaya kadar bizi her konuda yanıltan bir kötü cin olabilir mi? Evet, mümkün. Fakat Descartes’ın burada göstermeye çalıştığı nokta şudur: Her önermede, hem rüyalarda hem de gerçekte inanıldığında, bir kötü cinin kişiyi aldatmadığından emin olamayız. Ancak tüm bu aldatmacanın ardında, yanılıyor dahi olsam benim düşünüyor olduğum gerçeği değişmez. Eğer düşünen bir özne varsa ben de varımdır. Descartes’ın meşhur önermesinin temellendirmesini açıklamış bulunuyoruz:“Cogito ergo sum.” “Düşünüyorum, öyleyse varım.”

Kuşku duyuyorum à Kuşku duymam düşüncenin bir belirtisi à Düşünce varsa düşünen bir ben varım.

 

Peki varlığım bu kötü cinin bir yanıltması neden olamaz? Çünkü rüyada da olsam, gerçekte de olsam, kötü cine inansam veya inanmasam, hatta o cin beni yanıltsa dahi tüm bunların muhakemesini yapar halde oluşum düşünüyor oluşumdandır. Bu cin bizi aldatsa dahi varlığımızın olmadığını söyleyemez. Çünkü tüm bu eylemleri idrakim düşünmemle ilintilidir.

 

Bu bahiste aynı zamanda Descartes’ın Tanrı görüşüne de yer verilmektedir. Descartes’a göre bir kavramın zihnimizde yer bulabilmesi onun gerçekte var olduğu anlamına gelmez. Ancak böyle bir kavramın zihinde olması için, zorunlu bir varlık tarafından o fikrin bizde bulunması gerekir. Tanrı’nın mahiyetini onun zorunlu olarak var olması olarak kabul etmektedir. Bu bağlamda Descartes eserinde üçgen örneğine yer vermiştir. Bir üçgenin özünden nasıl açıları ayrılamıyorsa ve onlardan bağımsız bir üçgen tahayyül edilemiyorsa Tanrı’nın özünden de Tanrı’nın varlığı (var oluşu) ayrılamaz.[5] Tanrı’nın varlığı aslında mükemmel bir varlık fikrinin kendisinden çıkar, çünkü var olma mükemmelliğin temel unsurudur. Tanrı’ya olan inancımızın hakiki temeli bizim kendi  tasavvurumuz değil, doğuştan sonsuz fikrine sahip olmamızdır. Bu fikre sahip olmamızla Tanrı bize kendi kendisini kabul ettirmiş olacaktır.[6]

 

Kitabın beşinci bölümünde, Descartes günümüz dünyasının bilimiyle birlikte oldukça benimsediğimiz temel fizik ve anatomi bilgilerinin bazılarına değinmektedir. Hayvan bedeninin insan bedenine oldukça benzeyen bir organizma olmasıyla birlikte, hayvanların akıldan ve konuşma yetisinden yoksun olduğuna değinir. Hayvanlardaki bu yoksunluk, Descartes’ta insanların rasyonel bir ruha sahip olduğunun kanıtı olarak yer bulmuştur.

 

Kitabın son bölümü olan altıncı bölümde ise Galileo’nun yargılanması ve mahkumiyetine eş zamanlı olarak kaleme aldığı Dünya ve Işığa Dair İnceleme eserinden vazgeçişini anlatmaktadır. Dönemin kabullerine bakıldığında bu eser kilise tarafından sarsıcı bulunacak bir eserdi. Descartes, bu eserin hiç değilse o dönem için basılmasına izin vermediğini söylemektedir. Çünkü eserin yayınlanmasının yol açabileceği sonuçlar, kendini yetiştirmek için harcayacağı zamanı ondan alabilecek potansiyeldedir.

 

Nöropsikoloji Perspektifinden Descartes’a Bir Eleştiri

 

Yazımın son kısmında beslenmiş olduğum perspektiften dolayı kaçınılmaz olarak zihnimde yer bulan bazı itirazlara yer vermek istemekteyim. Descartes, insan ruhunu ve bedenini keskin bir sınır çizerek birbirinden ayırmaktadır. Ancak 21. Yüzyılda birçok çalışmanın ve vaka örneğinin gösterdiği üzere bu işleyiş bir ayrım değil ikilik üzerinden sürmektedir.

“Descartes'ın yanılgısı işte budur: Vücut ile zihnin bir uçurumla birbirinden ayrılması. Bir tarafta ölçülebilen, boyutlu, mekanik ola­ rak işletilen sonsuza dek bölünebilir vücut maddesi; öteki tarafta ise ölçülemeyen, boyutsuz, itilip çekilemeyen, bölünemez zihin madde­ si. Akıl yürütmenin, ahlaki yargıların, fiziksel acı ya da duygusal kar­ maşadan doğan ıstırabın, vücuttan ayrı olarak varolabilcceği önerisi. Özellikle; zihnin en incelikli işlemlerinin biyolojik bir organizmanın işleyiş ve yapısından ayrılması.”[7] 

Descartes aklın ne olduğu üzerine tam olarak bir kanıya varamadan aklın işleyişi konusunda bir anlayış geliştirmiştir. Yöntemin kusuru da tam olarak buradan kaynaklanmaktadır. Nöropsikolojideki en meşhur vakalardan birisi olan Phineas Gage vakası akıl ve beden ilişkisi konusunda oldukça açıklayıcıdır. Amerikalı bir işçi olan Gage, 1948 yılında geçirdiği bir kaza sonucu beynine demir bir çubuk saplanması ve sol frontal lobunun parçalamasına rağmen hayatta kalmayı başarmıştır. Bu kaza sonucunda ailesi ve arkadaşları tarafından tanınamayan bir kişi haline gelmiştir. Tabi ki fiziki olarak değil, davranışsal olarak. Gage’in tüm fiziki ve bilişsel fonksiyonları tam olarak çalışmaya devam etmekteydi. Ancak kazadan önceki kişiliğinin tam tersine; yakın çevresi tarafından kaba, küfürbaz, saygısız ve değişken gibi sıfatlarla anılan bir adama dönüşmüştü.

 

Bu bağlamda nöropsikoloji tarihinde ilk önemli çalışmaların yapılabilmesi için örnek bir vaka hayata geçmiş oldu. Beynimizdeki işleyişlerin kişiliğimizde etkili olduğu ve hangi bölgenin hangi işlevlerden ne ölçüde sorumlu olduğuyla ilgili aydınlatıcı çalışmalar yapılabilmeye başladı.

 

Yazımız boyunca irdelediğimiz üzere Descartes’ın anlayışında düşünme, insan bedeninden bağımsız bir işleyişe sahiptir. Bu gibi çalışmalar gösteriyor ki Descartes’ın zihin anlayışı günümüz nöropsikolojisinin kabul ettiği zihin ve beden ilişkisinin tam tersini ifade etmektedir.


[1] Cevizci, Ahmet. Felsefe Tarihi. İstanbul: Say Yayınları, 2009.

[2] *Descartes’ta yaratan töz Tanrı yaratılan töz ise düşünce ve maddedir..

[3] Descartes, R. (2020). Yöntem Üzerine Konuşma (Çev.Murat Erşen). İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları.

[4] *: Bu bahsi İş Bankası Kültür Yayınlarından çıkan Murat Erşen çevirisinden okurken ne yazık ki zorlandım. Cümlede teknik olarak bir yanlışlık olmamasıyla birlikte cümlenin yoğunluğu ve öğelerin sıralanışı çelişik bir anlam çıkarmama sebep oldu. Çözümlemede faydalı olması açısından Paradigma Yayınlarından Afşar Timuçin çevirisi ile ilgili bahsi aktarmak isterim: “Birinciler  kendilerini  olduklarından  daha  usta sanarak  acele  yargılar  ortaya  koymaktan  çekinmeyen,  tüm

düşüncelerini  bir  düzen  içinde  sürdürme  konusunda  yeterince  sabır gösteremeyen  kimselerdir:  bu  yüzden  edindikleri  ilkelerden  bir  kere  kuşkulanmaya ve herkesin tuttuğu yoldan ayrılmaya yöneldiler mi bir daha  doğru  yola  çıkaran  patikayı  bulamazlar  ve  tüm  yaşamlarında

doğru  yoldan  ayrılmış  kalırlar.” (Method Üzerine Konuşma, R. Descartes, Çeviren Afşar Timuçin, s.26, Paradigma Yayıncılık)

“Yani kendilerini olduklarından daha becerikli sanarak yargılarında aceleci olmaktan kendilerini alamayan ve tüm düşüncelerini bir düzen ve sıra içinde yönetmek için yeterli sabra sahip olmayanlar; bundan dolayı bir kez kabul ettikleri ilkelerden kuşku duyma ve genellikle izlenen yoldan sapma özgürlüğünü seçtiler mi, aska dosdoğru gitmek için tutulması gereken yolu izleyemeyecekler.

Descartes, R. (2020). Yöntem Üzerine Konuşma (Çev.Murat Erşen). İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları.

[5] Descartes, R. (2020). Yöntem Üzerine Konuşma (Çev.Murat Erşen). İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları.

[6] Cevizci, Ahmet. Felsefe Tarihi. İstanbul: Say Yayınları, 2009

[7] Damasio, Antonio R. Descartes’in Yanılgısı (duygu, akıl ve insan beyni) (Çev: Bahar Atlamaz) Varlık/Bilim, 1994

Sayfayı Paylaş :