Sosyal Medya ve Markacı Toplum
Dünya kapitalizm rüzgârının en
sert yaşandığı dönemlerden geçiyor. Her devlet, şirket ve birey büyümenin hiç
bitmediği bir algıyla yaşamaya çalışıyor. Devletler, yoktan var etmeye
çalıştığı; fabrikalarını, madenlerini, sanayisini vb. daha birçok kamusal kurumlarını
özelleştirme bahanesi altında hiç paralara satarak, sermayenin kölesi haline
dönmekten kurtulamıyor. Gelir kaynakları; halkın tükettikleri üzerinden, daha
önce görülmemiş uçkun vergilerin, doğru olduğunu empoze eden otonom sistemlere
dönüştürülüyor. Şirketler; ucunda nasıl bir hedefin(!) belli olduğu, karlılık
adı altında, çalışanlarını köleliğin olmadığına inandırdığı, “İş bu çalışırsan”
mottosunda ki görünmez tehdidin normalleştiği bir dünya sunuyor. İnsanlar ise;
daha çok tüketme üzerine kurulu toplumun içerisinde, hezeyanları ve duygu
durumları gibi düşüncelerin ağırlığında, nefes almanın zorluğu ve yaşamını daha
iyi hale getirmek adına rekabetin normalleştiği, çalmanın amaç edindirildiği,
yanlışların doğru olarak yutturulduğu bir dünyada özgürleştiğini düşünerek
yaşamını heba etmekle geçiriyor.
Aslında bu üç özne, aynı varlığın farklı davranış biçimlerini sergiliyor.
Eskiden
oturduğumuz mahallede, insanların kapıları da yürekleri de birbirine sorgusuz
sualsiz açık olurdu. Sosyallik sadece sosyal ağlardan ibaret değildi. Uzun uzun
anlatmanın manasızlığına girmek abesle iştigal olur. Bugün yaşadığımız toplum,
sosyal ağlardan birbirlerine rekabet unsuru yaratan insanların mecraları olmuş
durumda. Kimin ne giydiği, ne kullandığı veya ne yediğinin at yarışına dönmüş
tezahürü gibi.
İnsanların
sosyalleşme olgusu muhabbet ekseninden kayalı çok oldu. Bugünün dünyasını artık
markalar oluşturuyor. Zamanımız; hangi giysinin, cep telefonunun, arabanın vb.
kaliteli veya kullanılabilir olduğundan ziyade, hangi marka olduğu veya ücreti
ne kadar yüksekse o kadar işe yarar olduğu gibi sanal bir gerçeklik halidir.
Bizleri yetiştiren nesillerin sosyallik algısı, bu diyarda yaşanan en son iyi
niyet halidir. Onların bile inandığı değerlerin; bizlerin önünde yaşadıkları
hayatlarının ve maalesef deneyimledikleri yanlışlarının, nasıl doğru yığınları
haline geldiğini gördüğümüz, ucuz bir tablonun maneviyattan uzak imgesel
anlatımıdır.
Her
durumda, toplumsal bakış açısından yoksunlaşmış, bireyin ön planda tutulduğu,
her teknolojik ekranda “size özel” sloganıyla birbirimizi aldattığımız
hezeyanları yaşıyor veya yaşatıyoruz. Öyle ki sosyal medya biz kullanıcılar
için bir pazar yeri haline bürünmüş bile. İnsanlar sosyal medyada, “takipçi
satışı” adı altında şirketler ve koca koca insanların çalıştığı ajans denilen
yerlerde, ciddi(!) işler yaptığını düşünerek para kazanıyor. Bu satılan
takipçilerden şöhret ve popülerlik yaratmaya çalışan insanlar ise onların hedef
kitlesi. Bir bakıma müşterisi. Satıcı, sahte hesaplar ile hedef kitlesini
memnun ederek para kazanıyor. Müşteri ise, verdiği paranın karşılığında sahte
hesaplarla kendi şöhretini ve popülerliğini artırma çabasıyla birlikte, sanki
hiç şişmemiş egosunu tatmin etmenin gururuyla hayatına sanal ortamdan yön
vererek devam ediyor. Bir de sosyal medya hesaplarına reklam alanlar var ona
girmek bile istemiyorum.
Barkodlar
halinde sıraya girmiş toplumlardaki en temel sıkıntı duyarsızlaşmak. Tepkisini
sosyal medyada dile getirdiğinde aktivist veya muhalif olan, savunduğu savının
veya fikrinin doğruluğunu, sadece sosyal medyada yanıltıcı ve tuzak dolu sahte
haberlerle oluşturmaya çalışan bir toplum olduk. Bütün dünyada alev alev
yanmakta ve yardıma ihtiyacı olan hemcinslerimize sadece sosyal medyadan destek
vermek yeterli mi? Paylaştığımız “üzüntü dolu” fotoğrafın ardına yazdığımız
tepkimiz o insanlar için bir dilek mi yoksa gerçekten yardım ettiğimizi mi
düşünüyoruz?
Farkındalık
adı altında ismini vermek istemeyeceğim bir giyim firmasının, petrol
ürünlerinin kullanımını azalttığını belirttiği bir kampanya var. Daha iyi
bir dünya için evimizdeki giysileri getirdiğimizde vereceği 5₺’lik hediye çekini
anlattığı, görsel ve sosyal medyayı kullanarak insanlara ulaştığı, o
gönderilerin altına yazılan barış ve refah dolu emojilerin “bende farkındayım
ve destek oluyorum” hissiyatıyla dolu olması, bizlerin bu dünyayı kirlettiğimiz
gerçeğini unutturuyor mu? Kızmamak elde değil! Yalandan kurduğumuz her şeye
inanıp savunmakla kalmayıp kendimizi yok etmek için kullanıyoruz dünyamızı.
Hala soruyor muyuz kendimize? İsim verdiğimiz doğrular ve yanlışlar şu an kimin
üretimi? Ya da hangi doğrularımız yanlış hangi yanlışlarımız doğru olarak
görülüyor? Yoksa hala devekuşu misali toprak altında mı beynimiz?
Çağımızı
kaplayan, siyah sis bulutunun etkisi uzunca bir zaman devam edeceğe benziyor.
Kendimizi yok etmenin sevincini, partiler ve şaşaalı gösterilerle kutlamaya
devam ediyoruz. Paranın esiri olmuş dünya toplumunun temel özellikleri ile
eviriliyoruz. Evrimi gelecek nesillere; tüketme, gösteriş ve kibir arzularıyla
aktarmak için yarışıyoruz. İnsanlığımızın temeli olan, daha doğduğumuzdan
itibaren sevgimizi gülücükler ve sarılmalarla gösterdiğimiz, büyürken içimizde
olan o ruhu katletmeye devam ettiğimiz, sanki bütün dünya bize aitmiş gibi
parselleyerek bitiremediğimiz bizlere dönüşürken unuttuğumuz iki olgumuz vardı.
Biri “düşünmek” diğeri “sevmek”. Bunlardan yoksun bir toplum kendini ve
yuvasını yok etmesin de ne yapsın?
Cem Çetin
KAYNAKÇA
Çetin, C. (2018). Sosyal Medya ve Markacı Toplum. Erişim adresi dunyalilar.org/sosyal-medya-markaci-toplum.html/